Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Makaleler

Mesut KOYUNCU
Mesut KOYUNCU
1130OKUNMA

Uzak tarih, yakın tarih ve kurumsallaşma

Aslında her şey Sultan 3. Mehmet’in tahta çıkışı ile başladı. O güne kadar kardeşlerin tamamı sancaklara staja gider, birbirleriyle mücadelelerini sürdürür, iyi olan, sağ kalan, padişah olurdu. Bu sistem zaman zaman iç karışıklıklara sebep olur, kardeşkanı dökülmesine yol açardı.

Sultan 3. Mehmet şehzadeliğinde sancak görevine fiilen giden son şehzadedir. Erkek kardeşleri küçük yaşta oldukları için, sancak görevine gitmemiş, Topkapı Sarayında ikamet etmişlerdir.

Sultan 3. Murat’ın ölümü üzerine Manisa Sancağında bulunan Şehzade Mehmet İstanbul’a çağrılmış, 13. Osmanlı Padişahı olarak tahta çıkmıştır. Sultan 3. Mehmet tahta çıkar çıkmaz bazıları daha kundakta 19 kardeşini boğdurtmuş, babasından hamile olan cariyelerin canına kıymış, tahtın tek varisi olarak görevine başlamıştır. Saltanatı sürerken oğlu, Şehzade Mahmut’u da tahtında gözü olduğu gerekçesiyle idam ettirmiştir.

Şehzadelerin katli, halk arasında büyük hoşnutsuzluk yaratmış, bu hoşnutsuzluk yıllarca akıllarda kalmıştır. Oğlu Şehzade Ahmet, babasının ölümü üzerine tahta çıkarken, amcalarını ve ağabeyini katlettiği gerekçesiyle babasının cenaze namazına bile katılmamıştır.

Aslında kardeş katli Fatih Sultan Mehmet kanunu ile başlamış, lakin hiçbir zaman Sultan 3. Mehmet dönemindeki gibi acı bir sonuç doğurmamış, yüzlerce yıl sürecek bir travma yaratmamıştır.

Sonrasında benzeri bir olayın tekrar etmemesi adına, saltanatın babadan en büyük oğula değil, en büyük erkek aile üyesine geçişi benimsenmiştir

Bu yeni usul, babaları ölen şehzadelerin, amcaları veya ağabeyleri tahttayken günlerini oda hapsinde geçirmelerine neden olmuş, başkaca acıları beraberinde getirmiştir.

Kardeşini boğdurtmayan Sultan Ahmet sonrası, kardeşi Sultan Mustafa tahta geçmiştir. Lakin ağabeyinin saltanat günlerini bir kafeste ölüm korkusuyla geçiren Sultan akıl sağlığını yitirmiş, iki kez çıktığı tahttan aynı gerekçelerle indirilmiştir.

Amcasının akli dengesinin yerinde olmaması nedeniyle tahta çıkan Sultan 2. Osman da kardeşlerini başlangıçta öldürtmemiş, Lehistan seferine giderken en büyük kardeşini boğdurtmuş, diğer erkek kardeşlerine dokunmamış, onları ölüm korkusuyla baş başa bırakmıştır.

Kendisi bir yeniçeri isyanında can veren Sultan Osman’dan sonra tahta çocuk denecek yaşta kardeşi Sultan 4. Murat geçmiş, O da ilk başta kardeşlerine dokunmamış, ancak Revan (Erivan) ve Bağdat seferlerine çıkarken yetişkin birer kardeşini boğdurtmuş, geriye sadece Şehzade İbrahim kalmıştır. İki ağabeyinin saltanatı yıllarında, diğer ağabeylerinin katledilmesine şahit olan Sultan İbrahim de akli dengesini koruyamamış, tarihe Deli İbrahim adıyla geçmiştir. Bu gerekçe ile tahtan indirilince oğlu 6 yaşında padişah olmuştur.

Hem şehzade katli, hem kafes hayatı, hem de çocuk denecek yaşta tahta çıkılan padişahlar nedeniyle Osmanlı Avrupa ile yarışta geri kalmaya başlamıştır.

Sonrasında uzun yıllar Topkapı Sarayın Şimşirlik Dairesinde oda hapsinde kalan şehzadeler (bazıları 40 hatta 50 yıl), ciddi sağlık problemleri, yetersiz bir eğitim ve güven kaybı ile ancak ilerleyen yaşlarında tahta geçebildiler. 18. yüzyılın sonlarında kısmen de olsa kafes hayatından kurtulmuşlar, bu kez de sürekli gözetim altında tutulmuşlardır. Padişahlar veliaht şehzadenin darbe yapacağını, şehzadeler de baba, amca, ağabey ve kuzenlerinin kendilerini öldürteceği korkusu içinde yaşamışlardır.

Daha 17. yüzyılda yıkılmayla burun buruna gelen Osmanlı, rakip devletler arasında biraz denge politikasıyla, biraz kurumsallığı ile birkaç yüz yıl daha ayakta kalabilmiştir.

Osmanlı’nın başına gelen ve aslında bir miras paylaşımı olarak karşımıza çıkan bu durumun, kavgasız, huzur içinde çözülmesi pek de mümkün görülmüyor. Çünkü sistem büyük oranda kişiler yani Osmanlı Hanedanı üzerine kurulmuş. Padişahlar ve yakın çevresi dışında (bunlar da başkaca problemlerin kaynağı) bir kurumsallık, Osmanlı Hanedanı dışında bir çözüm mümkün olmamış.

Aynı şey şirket ortaklıkları için de geçerli. Hesap Uzmanlığı günlerimden beri sanayiye büyük merak duydum. Özellikle turnelerde sanayi tesislerini gezmek için fırsat yaratmaya çalıştım. Belki de bundan dolayı, özel sektörde vergicilik birikimimden öte, sanayicilik sevdam öne çıktı ve 12 yıl bir sanayi şirketinde genel müdürlük yaptım.

Hesap Uzmanı olup İstanbul’a yerleştiğim 90’lı yılların başında, Bayrampaşa civarındaki traktör fabrikasının yanından her geçişimde, fabrikaya büyük bir hayranlıkla bakardım. Üretim hattından çıkmış kırmızı renkli, sıra sıra traktörler bana büyük keyif verirdi. Yıllar sonra bu şirketin Anadolu’da bir arazi aldığını ve daha büyük bir tesis inşa edeceğini öğrendiğimde büyük bir sevinç duymuştum.

Lakin miras meselesi, bu şirketin de başına büyük işler açtı ve kapanmak zorunda kaldı. Bugün İstanbul’daki o fabrika terkedilmiş, çürümeye başlamış bir şekilde insana acı veriyor.

Aynı şeyi, İstanbul Levent'te Türkiye’nin ilk gökdelenlerinden birisi de yaşadı. Aktifinde yer aldığı şirketin mirasçılarının birbirleriyle yaşadıkları problemler nedeniyle hiç kullanılamamış halde, miras kavgalarının bir anıtı olarak göğe yükseliyor.

Benzeri birçok tesis aynı kaderi paylaştı. Muhtemeldir ki paylaşmaya da devam edecekler.

Türkiye’de bir asır yaşamış kaç şirket var. Bırakalım bir asrı, yarım asır yaşamış olan kaç tane. Diyelim ki yaşayabildiler, miras yoluyla ortaya çıkan onca ortağı bundan sonra nasıl idare edebilecekler. Kaç yıl daha ayakta kalabilecekler.

Aileler büyüdükçe, baba ve çocukları, kardeşler, kuzenler derken çok ortaklı şirketlerin hem yönetilmesi zorlaşıyor hem de ortakların anlaşmazlıkları, kişisel problemleri şirketleri kapanma noktasına getiriyor.

Kapanan şirketlerin kaybedeni sadece ortakları değil kuşkusuz. Bilgi birikimi, tecrübe ortadan kalkıyor. Müşterileri, tedarikçileri ve vergi alan kamu otoritesi kaybediyor. En büyük kaybeden ise kuşkusuz çalışanları ve onların aileleri.

Kişilerin eğitimleri, karakterleri, işe bakış açıları, ortağı oldukları şirketlerin başarı ve başarısızlıkların nedeni olmamalı. Şirketleri kurumsallaştırmak, kurum kültürünün oluşmasına imkan vermek gerekiyor. Şirketleri, kişi ortaklarının duygusal tepkilerinden arındırmak gerekiyor.

Ortakların anlaşmazlıkları, miras ilişkileri sermayenin dağılmasına, o güzide tesislerin kapanmasına yol açmamalı. Ortaklık yapılarını çağdaşlaştırarak, birkaç nesil değil, nesiller boyu yaşayabilecek sistemler kurmak gerekiyor.

Bunu başarabilmiş büyük gruplar var. Hatta farklı ailelerin oluşturduğu gruplar, babalarından sonra da bir arada kalabiliyorlar. Büyüyorlar, kökleşiyorlar.

Peki ama nasıl?

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor