Tükenirken tükeniyoruz: Kendimizi kaybetmenin ağırlığı
“Bütün varlık, bir insanın içinde gizlidir.” – Yunus Emre
Hızla değişen dünyamızda, yaşamı tatmin edici hale getiren şeyin ne olduğunu sorguladığımız anlar sıkça yaşanıyor. Kendimizi ifade etme, öz benliğimizi bulma ve gerçek anlamda kim olduğumuzu anlama çabası içinde kaybolmuş durumdayız. “Tükenirken tükeniyoruz” ifadesi, sadece fiziksel bir tüketim değil, ruhsal bir tükenişin de çığlığıdır.
Her gün bir şeyler tüketiyor, yeni giysiler alıyor, sosyal medyada başkalarının hayatlarını izliyoruz. Ancak her alışverişin, her yeni deneyimin ardından ruhumuzda bir boşluk hissi belirmekte. Dış görünüşümüz içsel dünyamızla örtüşmüyor; dışarıda pırıl pırıl bir yüz sergilerken içsel huzurumuz kayboluyor.
Albert Camus, “Yabancı” romanında bireyin toplum içindeki yalnızlığını ve kendini bulma çabasını ustalıkla işler. Camus’nün kahramanı Meursault, toplumsal normlara uyum sağlamakta zorluk çekerken, gerçek benliğini kaybettiğini fark eder. İçsel bir çatışma içinde var olan Meursault, kendi gerçekliğini kabullenmekte zorlanır. Bu durum, onun yaşamını sorgulamasına ve varoluşsal bir krize sürüklenmesine neden olur.
Aynı şekilde, Aldous Huxley "Cesur Yeni Dünya" romanında, bireylerin toplum için nasıl şekillendirildiğini gözler önüne serer. İnsanlar, toplumun beklentileri doğrultusunda yaşarken, içsel özgürlüklerini ve öz benliklerini kaybetmektedirler. Huxley’in dünyasında, bireyler sürekli olarak tüketim içinde kaybolmuş, gerçek anlamda kim olduklarını unutmaktadırlar.
Yunus Emre, Türk edebiyatının en önemli isimlerinden biri olarak, öz benlik ve içsel huzur arayışını şiirlerinde derin bir şekilde işler. Onun “Söz gümüşse, sükût altındır” ifadesi, toplumsal baskılardan uzaklaşarak içsel huzuru bulmanın önemini vurgular. Kendimizi ifade etmekte zorlandığımız anlarda, Yunus Emre’nin öğretileri, ruhumuzu besleyen bir kaynak haline gelir. “Bütün varlık, bir insanın içinde gizlidir” derken, her bireyin öz benliğinin ve potansiyelinin derinlerde yattığını hatırlatır.
Günümüzde sosyal medya üzerinden gördüğümüz “mükemmel hayatlar”, kendimizi başkalarıyla kıyaslamamıza neden oluyor. Herkesin başarılarını ve mutluluklarını paylaştığı bir dünyada, biz de içsel huzurumuzu yitirmeye başlıyoruz. "Ben neden böyle değilim?" sorusu, belki de en yaygın kaygılardan biri haline geliyor. Oysa ki, herkesin hayatının arka planında, görünmeyen zorluklar ve mücadeleler var.
Kendimizi kaybetme korkusu, başkalarına karşı duyduğumuz sorumluluklardan besleniyor. Ancak gerçek özgürlük, içsel benliğimizi keşfetmekle başlar. Kendi değerlerimizi ve hayallerimizi bulmak için cesaretle yola çıkmalıyız. Her hata, her kayboluş, bize kendimizi daha iyi tanıma fırsatı sunar. Kendin olmak, çoğu zaman toplumsal normlara meydan okumayı gerektirir; ama bu, ruhumuzu özgürleştirmenin en önemli yollarından biridir.
Sonuç olarak, kendimiz olabilmek için önce kendimizi tanımamız ve kabullenmemiz gerekiyor. İçsel yolculuğumuzda, başkalarının beklentilerini bir kenara bırakmalı, kendi duygularımıza ve düşüncelerimize yönelmeliyiz. “Tükenirken tükeniyoruz” ifadesi, ruhsal bir uyanışın ve kendimizi bulma çabasının çağrısını yapıyor. Unutmayalım ki, kendimizi bulduğumuzda, bu yolculuğun her anı paha biçilmez bir hazineye dönüşüyor.