Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Kültür ve Sanat

Ozan BARDAKÇI
Ozan BARDAKÇI
3184OKUNMA

Tamirci Çocuk

Son kapıdan içeri girdiğimde en sonda oturan eli boyalı çocuk, sanki herkesten uzak kalmak istercesine köşeye sinmişti. Genelde o saatlerde vagonlarda kimse olmazdı. Belki de bu sükûneti beklemişti o da.

Soğuk bir ocak akşamıydı, saat sekize çeyrek kala sükûneti bekleyen eli boyalı çocuğa rastladığımda. Elleri boyalı ve kocamandı. Başındaki yeşil bere ellerinden nasibini almıştı.

İki ayağının arasındaki beyaz market poşetinde belki o gün çalışırken giydiği kıyafetleri vardı. Kirli, boyalı ve lekeli iş kıyafetleri… Yoksa her gün kıyafetlerini götürüp getiriyor muydu?

Bindiğim duraktan dört durak önce binmiş olmalıydı. Oysa o güne dek sanayide çalışan ve elleri boyalı metroya binen hiç kimseye rastlamamıştım.

Beş on koltuk ötesinde çaprazına oturmuştum. Uzaktan ona baktığımı fark etmiyordu bile. Fark etse bile gözlerini kaçırıp akıp giden karanlığı seyretmeye koyulacaktı. Onun da gözleri vardı. Ben onu seyrederken onun gözlerinde diğerleri vardı. Oturanlar, inenler, binenler…

Onbeş onaltı yaşında olmasına rağmen yapılıydı. Gürbüzdü. En az üç beş yıldır sanayide çalıştığı belliydi. Ondan önce de ya simit satmıştı sokaklarda ya da su, pazarlarda. Ömrünün geri kalanında da orda ya da burada, öyle ya da böyle çalışacaktı. 

Gözlerinden akan yorgunluk, olup bitenleri izlemesini zorlaştırıyordu. Elli kişilik vagonda zaten topu topu onbeş kişiydik. Hepsi farklı dilde, hepsi farklı bedende onbeş kişi. Herkesi ayrı ayrı izlemeye dermanı yoktu tamirci çocuğun. Onun aklındaki tek şey evine gidip saatler önce yenmiş yemeği, o da ısıtılmışsa yemek ve kalabalık nüfusta kendisine verilen yatakta yatmaktı. Yarın yine sabah, yine ayaz ve yine iş vardı.

Birden bir melodi duyuldu vagonda, herkes gibi o da baktı sesin geldiği tarafa. Şık giyimli hafif sivilceli bir genç kızın telefonuydu çalan. Telefonu gibi melodisi de cafcaflıydı. Aniden bir dönüş, bir bakıştı tamirci çocuğunki. Onun telefonu yoktu ve ne zaman olacağını bilmiyordu.

Annesiyle konuşan genç kız eve geç geleceğini söyledi. Daha sonra evdeki kız kardeşini arayıp babasının arabasını yaptırıp yaptırmadığını sordu. Akşam Bahçeliye gidecekmiş, onbirden erken de dönmeyecekmiş. Kardeşini payladıktan sonra telefonu kapattı ve bir fatih edasıyla eski konumunu aldı. Ona dönük yüzler de eski halini almıştı fakat bir tek tamirci çocuğun gözleri hala ondan ayrılmamıştı.

Bahçeli neredeydi, bilip bilmediğini düşündü. Mutlaka geçmişimdir önünden dedi içinden. Sonra tamire giden araba geldi aklına, kim bilir belki de o tamir etmişti kızın arabasını. Yüzüne bir gülümseme geldi, içinde mutlu edebilmenin mutluluğu vardı. Bu bahsi kapattı, belki de o güne kadar hiç Cem Karaca dinlememişti. Sonra durdu, tamir ettiği arabalardan birinin kendisinin olabilme ihtimalini düşündü. Ve yine vazgeçti düşünmekten.

On dakikadır oynadığı CD’yi poşetine koydu. Büyük ihtimalle Orhan babanın ya da ibonun şarkıları vardı içinde. Sonra dükkanın anahtarını aldı eline, akşam çıkarken kapattığı ve yarın yine kendisinin açacağı dükkanın iki anahtarını. Bir iş becermenin güveni geldi içine. O sırada metro Akköprüye gelmemişti bile. Vagona gülerek binen üç türbanlı kıza baktı. Tam karşısına oturmuşlardı.

Çekinik bakışlarla süzdü üç kızı. Üçü de şişmancaydı, belki de kıyafetleri öyle gösteriyordur diye düşündü. Ortadakinin elindeki çiçekler dikkatini çekti. Kim vermiş olabilirdi o çiçekleri? Sevgililer birbirlerine filmlerde çiçek verdiklerine göre ona da sevgilisi vermiştir diye kısa bir cevap buldu.

Çiçeklerin adını bile bilmiyordu. Peki ya kimseye çiçek vermiş miydi? Düşündü, birden birine çiçek vermek istedi. Bir sevgilisi olmasını istedi, adını bilmediği çiçekler vereceği bir sevgilisi.

Tamirci çocuktan beş altı koltuk ötede bıyıkları aşağıya doğru inmiş, ayağında eski ve yırtık bir bot olan biri oturuyordu. O da işçiydi, metroya aynı yerden bindikleri kesindi. Birbirinden habersiz iki işçi, ikisi de aynı yerden gelip aynı yere gidiyordu belki de her sabah, birbirlerinden habersiz.

Daha ilerde kırmızı montlu bir kadın kitap okumaktaydı. İnce bir romandı, içinde bir dolu hayat hikayesi ve bir dolu serüven. Kendisi de o serüvenlerden birinde mutlaka geçiyordu. Kırmızı montlu kadın tamirci çocuğun da romanın bir yerlerinde geçtiğini bilmeden, onu fark etmeden okumaya devam ediyordu.

Hayat akıp gidiyordu.

Son istasyonda tren durduğunda ilk inen tamirci çocuktu. Herkesten önce, herkesten hızlıydı. Kimseye bakmadan, kimseye görünmeden ilerlemek istiyordu. Elindeki poşet bir onu geçiyor, bir geride kalıyordu. Dikimevi aktarmasına yönelip yine platformun en köşesine geçmişti. Yorgunluğu gözlerinden taşıp vücudunun her köşesini sarmıştı.

Yolculuk sonlanırken vagonun en köşesinde yine o vardı. Aklında yine hayaller ve önünde güzel yaşamak istediği bir hayat. Of çekse ne fayda, haykırsa sesini kim duyacak? Bir ara süzdü el ele tutuşan sevgilileri. Kendi ellerine baktı, kocaman ellerine. Boyalıydı, kirliydi, tinerli bezin kokusu sinmişti. Sonra annesinin kırmızı ipliklerle yamadığı gri pantolonuna baktı. Kıyaslamaya bile gücü yetmedi. Tek çaresi vardı kurtulmanın, son durağı beklemek.

Son durakta, büyük adımlarla herkesi geçmeyi başarmıştı. Yine yürüyen merdivene binmedi, ikişer ikişer çıktı tüm merdivenleri evine doğru yol alırken akşam karanlığında. Onlarca otomobil içinde ve tavuk köftecilerinin Dikimevine saçtığı dumanların arasından kayboldu gözden, bir daha karşılaşılmamak üzere…

21.01.2008
Ankara       

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor