Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Makaleler

Abdulmenaf YAKUT
Abdulmenaf YAKUT
54642OKUNMA

Ödenecek KDV’ Çıkarmamak Mümkün mü?

Bir okurumun LinkedIn üzerinden yöneltmiş olduğu “…..Yarı mamul olarak aldığımız etiket kağıdına ölçü ve şekil kazandırarak mamül haline getiriyoruz, Alış faturası ile satış faturası arasındaki (işçiliğimize ait) kar marjının çoğu vergiye gitmektedir. Bu durum normal midir?…..Emeğimizle, işçiliğimizle oluşan kazancımızın büyük miktarını vergi olarak çıkmasını adil bulmuyorum” şeklindeki soruya cevap olmak üzere kaleme aldığım yazıyı siz değerli VERGİALGI okurlarıyla paylaşmak istiyorum.

Özellikle emek yoğun üretimin yapıldığı işletmelere sahip mükelleflerin sıklıkla dile getirdikleri bir sorundur bu.

Efendim, bilindiği üzere, bu gibi sektörlerde faaliyet gösteren mükellefler olarak; işçilik giderlerimiz KDV’ye tabi olmadığı için, haliyle, çalışanlara yaptığımız ücret ödemeleri için KDV ödemiyoruz. Bu nedenle bir KDV indirimi hakkımız olmuyor. Ürettiğimiz mamullerin satışı ise KDV’ye tabi olduğu için, satış tutarı üzerinden KDV hesaplayıp beyan ederek ödemek durumunda kalıyoruz. Satışlarımız üzerinden hesaplamış olduğumuz KDV’den indirebileceğimiz KDV, işçilik dışındaki sair masraf ve girdilere ait faturalarda yazan KDV ile sınırlı olduğundan şirketimizin kasasından, başka sektörlerde faaliyet gösteren firmalara nazaran daha fazla KDV ödemesi çıkıyormuş gibi görünüyor.

Evet böyle deniliyor, ama durum böyle değil aslında.

Çünkü bir harcama vergisi olan KDV’nin temel mantığını az buçuk bilen herkes çok iyi biliyor ki, ticari vb. iktisadi işler yapan işletmeler, KDV’nin mükellefi olarak belirlendikleri halde, bu verginin asıl yüklenicileri değiller. KDV’nin esas yüklenicileri (yani ödeyicileri), üretilen mal ve hizmetlerin asıl tüketicisi olan sıradan vatandaşlardır. Tüccar ve esnafın bu vergi karşısındaki rolleri, nihai tüketicilerden alınmak isten vergiye aracılık etmekten ibarettir.

Ama bu durum, ticaret erbabı tarafından uygulamada bu şekilde algılanmadığı ve buna göre davranılmadığı için, mükellefler, bu verginin kendilerinden alındığı düşüncesine kapılmaktadırlar.

Olayı somutlaştıracak olursak eğer;

Diyelim ki firma olarak Ocak/2015 dönemi içerisinde (KDV hariç) 100.-TL’lik ham madde, yarı mamul vs. alış yaptınız. Aynı dönem içinde (yine KDV hariç) 50.-TL’lik de genel gideriniz de oldu.

Etti 150.-TL.

Değil mi?

Alış faturalarınızla birlikte diyelim ki bir de % 18 oranında, toplam 27.-TL KDV de ödediniz tedarikçilerinize.

İşletmenizden çıkan para toplamda ne etti?

150 + 27= 177.-TL

Öte yandan, bu üretimi yapmak için, yine Ocak/2015 dönemi içerisinde, varsayalım ki brüt 200.-TL de işçilik ücreti ödediniz. Ama işçi ücretleri KDV’ye tabi olmadığı için böyle bir vergi ödemediniz tabi.

Şimdi ne kadar oldu yapmış olduğunuz tüm masraflar?

100 + 50 + 200 = 350.-TL (KDV hariç)

Bu fiyata mal ettiğiniz ürünlerinizin tamamını, örneğimiz basit olsun diye, yine aynı dönemde, yani Ocak/2015 ayı içerisinde sattığınızı varsayalım. Malı kaç posta halinde elden çıkardığınızın bu noktada herhangi bir öneminin olmadığını belirtmeye gerek yok.

Peki üretici olarak bu satışta yüzde kaç kâr etmek istersiniz?

Abes bir soru bu. Çünkü bu konu tamamen sizin bileceğiniz bir mesele. Kanun, sizin; işletme politikalarınızın bir sonucu olarak, faaliyet gösterdiğiniz sektörün ve piyasanın genel koşullarıyla, işletmenizin o an itibariyle içinde bulunduğu ticari ve finansal şartları göz önünde bulundurarak sizin vereceğiniz bu karara karışmıyor.

Ne diyor peki Kanun?

Ürettiniz mamulü yüzde kaç karla satarsan sat, ona karışmam; ama sattığın kimseden (almak istediğin kar dâhil) satış fiyatı üzerinden % şu kadar (diyelim ki % 18) oranında KDV de hesapla, tahsil et ve (müşterine bir nevi aracılık etmek suretiyle) getir bana yatır diyor.

Tabi bu beyan sırasında; daha evvel aynı şekilde, KDV’ye tabi mal/hizmet alırken Hazineye aktarılmak üzere (ama bu kez sana satışta bulunmuş olanlara) ‘emaneten’ vermiş olduğun KDV’yi, kendi müşterilerinden tahsil ettiğin vergiden indirebilir ve aradaki farkı o döneme ait ‘ödenecek KDV’ diye yatırabilirsin diyor Kanun.

Kanun, eklemek istediğimiz kara karışmadığına göre, söz konusu ürünlerin tamamını, ürünü imal ederken ona kattığınızı düşündüğünüz ve müşterinizin de sizinle mutabık kaldığı, (emek ve diğer her türlü) iktisadi faaliyetinizin karşılığı olan 150.-TL tutarındaki kar dâhil (ama vergi hariç) 500.-TL’ye sattığınızı varsayalım.

Ama Kanun gereği, bu tutar üzerinden ayrıca (% 18 oranında) 90.-TL tutarında KDV de hesaplamalısınız doğal olarak. Yani müşterinizden (KDV dâhil) 590.-TL tahsil etmeniz ya da onu bu tutar kadar borçlandırmanız beklenir.

Bu durumda, vergi dairesiyle olan (Ocak/2015 dönemine ait) KDV hesabınızın hülasası şu şekilde olacaktır.

Hesaplanan KDV                 = 90.-TL (Müşterinizden almanız gereken)

İndirilecek KDV   = 27.-TL(Tedarikçiler aracılığıyla vergi dairesine ödemiş olduğunuz)

Ödemeniz Gereken İlave KDV    = 53.-TL

Dolayısıyla, eğer alış ve satışlarınıza bu gözle bakar ve işlemlerinizi bu şekilde yaparak muhasebeleştirirseniz bu sonuç ortaya çıkar ve gerçekte işletmenizden KDV diye herhangi bir paranın çıkmadığını görürsünüz. Örneğimizdeki gerek alış faturaları içinde ödemiş olduğunuz 27.-TL, gerekse beyandaki mahsuplaşma sonrasında çıkan hesaba göre ödemeniz gereken 53.-TL size ait bir para değil. Bu parayı karşılamak için müşterinizden 90.-TL aldınız ya da almanız beklenirdi. Almadıysanız ya da (rekabet gibi ekonomik sebepler yahut tahsil edememe gibi hukuki) her ne sebeple olursa olsun alamadıysanız da beni ilgilendirmez diyor Kanun.

Ama olaya bu şekilde değil de, özellikle satış fiyatını belirlerken, ürettiğiniz malın size olan toplam maliyeti, istediğiniz brüt satış karı ve devletin, müşterinizden tahsil etmenizi istediği KDV diye ayrı ayrı düşünüp buna göre satış fiyatı teklif etmez de, müşterilerinizden alacağınız paranın tümünü kendi hakkınız olarak telakki ederseniz; daha sonra, KDV ödemeniz gerektiği söylendiği vakit, işletme sahibi ve yönetimi olarak haksızlığa uğradığınız hissine kapılıyorsunuz.

“Ne diyorsun sen, Allah aşkına hoca? Uzun uzadıya anlattığın bütün bunları bilmeyen mi var sanki? Vergi hukukuna hazırlanan dünkü çocukların bile bildikleri bu şeyleri geç de, çözüm nedir? Çözümden bahset bize asıl sen! Yanı başlarındaki rakipleri vergi dairesine doğru düzgün vergi ödemez ve her ay ‘Devreden KDV’ hesaplarına yeni rakamlar eklemek suretiyle üstüne üstlük bir de devleti kendilerine bir nevi borçlandırırken; girdilerinin önemli bir kısmı işçiliklerden oluşan emek yoğun üretimin gerçekleştiği sektörlerde faaliyet gösterenleri sürekli vergi ödemek durumunda kalmaktan kurtaracak bir yol yok mu?”

Dediğinizi duyar gibi oluyorum.

“Demokrasilerde çareler tükenmez” diye meşhur bir söz vardır. Bunun da çeşitli çözüm yolları var elbette. Ama yol ve yöntemlerin her birinin kendine göre olabilirlik derecelerinin yanı sıra birtakım risk ve maliyetlerinin bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Bunların neler olabileceği konusunda da birkaç söz söyleyerek yazımıza son verelim. Şöyle ki;

  • Bu gibi sektörlerde faaliyet gösterip bu dertten şikâyet edenlerin bir kısmının maalesef zaman zaman başvurdukları yöntemlerden birisi, hiç kimsenin asla tasvip ve tavsiye edemeyeceği, naylon fatura kullanmak suretiyle, hesaplanan vergiden indirebilecekleri verginin tutarını haksız yere şişirmektir. Ama zinhar, bu yolun başvurulabilecek bir çare olmadığını tekrarlamak istiyoruz. Çünkü vergi idaresinin, elindeki mevcut denetim ve gelişmiş takip/analiz imkân ve yöntemleri sayesinde, mükelleflerce kullanılan naylon faturaları eskisinden çok daha kolay ve çabuk tespit edebilme imkânları bulunmaktadır. Üstelik bu fiillerin İdarece tespit edilmesi durumunda; mükelleflerin önemli bir imkân olan ‘uzlaşma’ kapsamına girmeyen üç kat vergi zıyaı cezalı tarhiyatlarla, hapis cezası ve firmaların ticari hayatına önemli kısıtlar getiren (kara liste diyebileceğimiz) belli kodlara girme ihtimallerinin olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle mükelleflerimizin, kendilerine bu yola başvurmalarını salık verenlerin tavsiyelerine uymamalarını şiddetle öneriyoruz.
  • Bu ‘dert’ten kurtulmanın en selametli yolu hiç şüphesiz, faaliyet gösterilen alanda geçerli olan KDV oranının düşürülmesini sağlanmasıdır. Ne var ki, hükümetlerin vergi politikalarını etkilemek demek olan böyle bir işin yapılabilmesinin o kadar da kolay olmadığını tahmin etmek zor değil.
  • Diğer bir yöntem de, mükelleflerin, faaliyetlerini vergi oranı düşük sektörlere doğru kaydırmalarıdır. Böylesi manevralarda bulunmanın firmalar açısından o kadar kolay olup olmadığının takdirini de sizlere bırakıyorum.
  • Bu konuda akla gelen ancak tatbiki yine o kadar da kolay olmayan başka bir yöntem daha var ki o da, literatürde geçen “vergi planlaması”, daha doğrusu “vergiden kaçınma” kavramları kapsamında değerlendirilebilecek bir yöntemle, yani emek yoğun işler yapan bu durumdaki mükelleflerin, yürütmekte oldukları bu faaliyetlerinin yanında, aynı mükellefiyet çatısı altında girişecekleri yeni bir işle, eski faaliyetleri neticesinde ortaya çıkan vergiyi absorbe edecek (özellikle girdisi yüksek vergili olan, çıktısı ise, “indirimli oran” ya da “tevkifat” gibi uygulamalar nedeniyle düşük vergili olduğu için sürekli KDV devri ile neticelenen) başka işler yapmaları ya da belli bir süre için sadece KDV yüklenimlerini artıracak olan yeni yatırımlar yapmalarıdır.

Ama sayın okuyucular, psikolojik bir rahatlamadan ibaret olan son söylediğimiz bu yöntemin de aslında gerçek çözüm olmadığını unutmamak gerekiyor. Çünkü daha evvel de belirttiğimiz gibi, mükellefler olarak Hazineye ödediğimiz KDV, sadece, ayda bir gidip vergi dairesine yatırdığımız vergiden ibaret değil. Mal ve hizmet alırken, alış faturalarında yer alan tutarların yanında ya da onun içerisinde satıcılara ödediğimiz KDV’nin de Hazineye intikal ettirilmesi gerektiğini hatırımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Dolayısıyla, satışlarımız üzerinden hesaplamış olduğumuz vergiyi eritip daha az ödeme çıkaracağız diye, yeni bir faaliyet alanına girmek ya da KDV’li girdileri yüksek olan yeni yatırımlar yapmaya kalkışmakla sadece kendimizi kandırmış oluyoruz aslında.

Üstelik müşterilerimizden tahsil ettiğimiz vergiyi vergi dairesine kendimiz yatırdığımızda bunun Hazineye intikal ettiğinden kesin bir biçimde emin olabiliriz. Fakat kendilerinden alış yaptıklarımızın vergi kaçırma girişiminde bulunarak “emanet”imize ihanet ederek onu gasp edebilecekleri ihtimalini gözden kaçırmamak gerekiyor.

Şu an için aklımıza gelen yöntemler bunlardan ibaret, ama her birinin diğerinden ayrı bir karmaşıklığı bulunan ve ekonomik ya da hukuki birtakım risk ya da zorluklar barındıran bu yol ve yöntemler üzerinde kafa zonklatacağımıza, gelin, daha önce de açıkladığım şekilde; hesabımızı kitabımızı sağlam yapalım yani hem alış ve masraflarımızda hem de satış ve hasılatlarımızda maliyet ve alışlarla satışlardaki KDV’leri kendi helal iktisadi karımızdan sadece muhasebesel olarak değil, psikolojik açıdan da ayrı tutalım diyorum.

Biraz devletçi bir bakış açısı olarak gözükecek belki ama mevcut yasal düzenlemeler durdukça durumun bundan ibaret olduğunun bilinmesini istiyorum.

Sağlıcakla kalın…

Yorumlar

  • K
    Kadir tuzcu
    KDV ödememek mümkün mü teşekürler.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor