Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Makaleler

Furkan Musa DOĞAN
Furkan Musa DOĞAN
529OKUNMA

Ney idik, düdük olduk

"Çünkü insan en değersiz şeyini kaybedince her şeyi kaybettiğini anlar.
Cemil Meriç

Herkes kendi kaybettiğini kendi arasın. Bu arayışta diğerleri sadece arayanın neyi kaybettiğini hatırlatabilirler. Bunun nimet bilmeli. Senin noksanını tasvir edenler, senden bir şey gasbetmiş olmaz. Neyi kaybettiysem onu sen kendin ara.
İsmet Özel

Şu sıralar  “Türkiye’de sosyal bir çürüme var.”  lafını sık sık duyuyorsunuzdur. Duyduğumuz halde çokta umursadığımız bu laf aslında bir şeylerin yok olduğunu ya da bir şeyleri kaybettiğimizi gösteriyor. Gelin neyi kaybettik beraber düşünelim.

Neyi kaybettiğini hatırla?

Bazen öyle anlar gelir ki, elimizde olanı kaybettiğimizi fark etmeyiz. Gündelik koşuşturmanın içinde, neyi yitirdiğimizi bile düşünmeden yaşamaya devam ederiz. Peki, durup bir an düşündüğümüzde, neyi kaybettiğimizi hatırlayabiliyor muyuz?

Neyi kaybettiğimizi anlamak, çoğu zaman kaybettiklerimizin özlemini duyana kadar mümkün olmaz. Belki de merhamet, şefkat, hoşgörü gibi değerleri kaybettik. İnsanların birbirlerine duyduğu güven, komşular arasında yaşanan dayanışma gibi toplumsal bağlar zayıfladı.

Tüm bunlar, bireyselleşen yaşamlarımızın arka planında sessizce yok oldu. Modern dünyanın getirdiği hız ve tüketim alışkanlıkları, bizi birbirimize yabancılaştırdı. Artık komşularımızı tanımıyoruz, yardımlaşmayı bir lüks gibi görüyoruz. Merhamet ise sadece birer sözde kalmış, pratiği unutulmuş bir erdem haline geldi.

Kaybettiklerimizi hatırlamak, aslında bir yüzleşme gerektirir. Yüzleşmek ise cesaret ister, çünkü kayıplarımızın altında bazen bizzat bizim ihmallerimiz yatar. Merhamet, güven, hoşgörü gibi değerleri bir kenara koyduğumuzda, yerine ne koyduk? Kendi çıkarlarımızı merkeze alan bireycilik, toplumsal değerleri zedeleyen çıkar çatışmaları, adaletin yerine geçen haksızlıklar…

Bu yüzleşme sadece bireysel bir sorgulama değil, toplumsal bir hesaplaşma da gerektirir. İnsanlar birbirine daha yabancı, daha uzak ve daha ilgisiz hale geldikçe, toplumun ruhu da zayıflamaya başlar. Oysa toplum dediğimiz şey, bir arada yaşama sanatı değil midir? Birlikte yaşamak, birlikte üretmek, birlikte iyileşmek... Eğer bu sanatı unutursak, geriye sadece bir kalabalık kalır; ne yazık ki bir toplum değil.

Toplum olarak kaybettiğimiz değerlerin yeniden inşa edilmesi, bireylerin yeniden merhametli, adil ve şefkatli olabilmesiyle mümkündür. Bu, okulda öğretilen bir ders değil, hayatın içinde öğrenilen bir erdemdir. Bir komşunun kapısını çalmak, bir yardıma koşmak, bir haksızlığa karşı ses çıkarmak gibi basit ama güçlü eylemlerle başlar. Belki de en çok ihtiyacımız olan şey, bu küçük ama etkili adımlardır.

Şimdi soruyu tekrar soralım: Neyi kaybettik? Belki de insani duygularımızın ağırlığını hafife aldık. Empati, fedakârlık, dayanışma… Bunları yeniden hatırlamak ve canlandırmak, toplumsal bir iyileşmenin başlangıcı olabilir. Çünkü bir toplumun çürümesi, insanların birbirine kayıtsız kalmasıyla başlar; ama kurtuluşu da yine insanların birbirine uzanan elleriyle mümkün olur.

Kaybettiklerimizi hatırladığımızda, aslında unuttuğumuz bir başka şeyi de fark ederiz: İnsan olmanın özü. İnsanın özü, yalnızca bireysel başarılar, maddi kazançlar ya da geçici hevesler değildir. İnsan, ancak diğer insanlarla var olabilir; ancak diğer canlılara, doğaya, dünyaya gösterdiği şefkat ve merhametle insan kalabilir. Merhametin, adaletin, hoşgörünün olduğu bir dünya, sadece dışsal değil, içsel bir zenginliktir.

Bugün belki de insanlık olarak en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, bu değerleri yeniden hatırlamak. Kendimize sormamız gereken soru şu: Bize kim olduğumuzu hatırlatan, hayatımıza anlam katan bu değerleri neden kaybettik? Modern dünyanın karmaşası içinde unuttuğumuz erdemler, aslında bizi biz yapan şeyler değil miydi? Yunus Emre'nin asırlar önce söylediği gibi, "Yaratılanı severiz Yaradan'dan ötürü" anlayışına ne oldu?

Birbirimizi sevmeyi, birbirimize merhamet göstermeyi unuttukça, toplumsal çürüme kaçınılmaz hale geliyor. Hâlbuki Yunus Emre’nin mesajı bugün de bizim için büyük bir ders niteliğinde. O, insanları din, dil, ırk gözetmeksizin sevmeyi öğütler; sevginin, hoşgörünün, insanlığa duyulan saygının yüce bir değer olduğunu anlatır. Yunus Emre’nin dediği gibi:

"Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım

Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz."

Bu sözler, merhameti, hoşgörüyü ve sevgiyi yeniden hatırlamamız gerektiğini gösteriyor. Çünkü bu değerler, sadece bir arada yaşamamızı değil, insan kalmamızı sağlayan temel unsurlardır. Ve belki de Yunus’un mesajında olduğu gibi, yeniden tanış olursak, dünyaya da yeniden anlam katabiliriz.

Yunus Emre’nin öğretilerinden ilham alarak bu satırları yazarken, belki de en önemli mesaj şudur: Sevgi, merhamet ve hoşgörü insanlığı kurtaracak yegâne değerlerdir. Kaybettiklerimizi hatırlamak, onları yeniden bulmak için attığımız ilk adımdır. Bu adım, toplum olarak daha iyi bir gelecek inşa etmenin de kapısını aralayacaktır. Yunus’un dediği gibi, "sevelim, sevilelim", çünkü dünya kimseye kalmaz.

Sözün sonuna gelirken, eğer sürç-i lisan ettikse affola. Amacımız sadece hep birlikte neyi kaybettiğimizi hatırlatmak ve bu değerleri yeniden hayatımıza katmaya bir davet sunmaktı. Çünkü en nihayetinde, insan olmanın anlamı, birbirimizi anlayabilmek ve sevebilmektir. Eeee! Ne demişler “bilen söylemez söyleyen bilmez. Söyleyen bilmez.” Bizimkisi de söylemek gibi bir şey oldu ne yaparsınız. Sağlıcakla kalın!

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor