Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Mükellef Hakları

Cengizhan Hakan O. DOĞRUYOL
Cengizhan Hakan O. DOĞRUYOL
696OKUNMA

Haksız çıkma zammının Anayasa’ya aykırılığı

Haksız çıkma zammı, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’da düzenlenmişti. Düzenleme gereğince, ödeme emrinin tebliği üzerine borçlu tarafından açılan davanın kısmen ya da tamamen reddi durumunda, reddedilen meblağın %10’u tutarında haksız çıkma zammı ödeniyordu.

Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından, 21/04/2022 tarihinde, oyçokluğuyla  verilen, söz konusu uygulamanın Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline dair Karar 02/08/2022 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. (AYM, E.2021/119, K.2022/48) 

Bu yazımızda, iptal edilen kuralın (haksız çıkma zammının) içeriğine ve doğuş sürecine kısaca değinildikten sonra, başvuru kararındaki gerekçelere yine kısaca temas edilecek, devamında ise AYM’nin hangi Anayasa hükümleri (ölçütler) çerçevesinde konuyu ele alarak iptal sonucuna ulaştığı hususu, Yüce Mahkemenin önceki görüşü ve incelediğimiz Karardaki karşı oy gerekçeleriyle birlikte açıklanacaktır. Ayrıca, istihkak ve menfi tespit davalarına ilişkin tazminat uygulamaları hakkındaki düşüncelerimiz de benzer uygulamalar olması sebebiyle, bu Karar bağlamında, okuyucuya sunulacaktır.

İptal Edilen Kuralın İçeriği

İptal edilen kuralın içeriği şöyle idi: “İtirazında tamamen veya kısmen haksız çıkan borçludan, hakkındaki itirazın reddolunduğu miktardaki amme alacağı %10 zamla tahsil edilir.”(1)

Haksız Çıkma Zammının Vergilendirme Sürecinde Ortaya Çıkması

Haksız çıkma zammı vergilendirme sürecinde tahsilat aşamasında ortaya çıkıyordu.

Şöyle ki, evvela, ortada vadesinde ödenmemiş bir kamu alacağı olmalıdır.

6183 sayılı Kanun’a göre, kamu alacağını vadesinde ödemeyenlere, 15 gün içinde borçlarını ödemeleri veya mal bildiriminde bulunmaları gerektiğini belirten bir ödeme emri tebliğ edilmektedir.

Devamında, kendisine ödeme emri tebliğ edilen kişi;

  • Böyle bir borcu olmadığı veya
  • Kısmen ödediği ya da
  • Zamanaşımına uğradığı

iddiasıyla tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde dava açabilmektedir.

Bu aşamada, ödeme emrinin iptali istemiyle açılan davanın reddedilmesi durumunda, borcun %10 haksız çıkma zammıyla birlikte tahsil edilmesi gerekiyordu.

İtiraz Gerekçeleri

Anayasa gereğince, bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasa’ya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, AYM’nin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. Mahkeme, Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi görmezse bu iddia, temyiz merciince esas hükümle birlikte karara bağlanır. AYM, işin kendisine gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse mahkeme davayı yürürlükteki kanun hükümlerine göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesi’nin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.(2)

Bu çerçevede, ödeme emrine karşı açılan davanın reddi nedeniyle tahakkuk ettirilen haksız çıkma zammının iptali talebiyle açılan bir davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan ilgili Mahkeme,(3)bunun iptali için başvurmuştur.

Başvuru kararındaki itiraz gerekçeleri iki başlıkta özetlenebilir:

  • İlkinde, ödeme emrinde yer alan kamu alacağının aslı ile buna bağlı ceza ve faiz yanında haksız çıkma zammı istenilmesinin kamu borçlusu açısından ağır bir külfet hâline dönüştüğü, bu durumun hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir müdahale niteliği taşıdığı iddia edilmiştir. Yüce Mahkeme, iptal kararında, özellikle bu itiraz gerekçesi üzerinde yoğunlaşmıştır.
  • İkincisinde, vergiden kaynaklanan alacaklar ile diğer kamu alacakları arasında, ödeme emrinin düzenlenebilme ön koşulu noktasında bir eşitsizliğe neden olunduğu gerekçesi ileri sürülmüştür. Şöyle ki, ödeme emrinden önceki safhada, ihbarnameye karşı açılan bir dava varsa, bu davanın sonucu beklenmeden ödeme emrinin düzenlenip düzenlenemediği noktasında, vergiden kaynaklanan alacaklar ile diğer kamu alacakları arasında, eşitsizliğe neden olunduğu, itiraz gerekçesi olarak belirtilmiştir. Vergilere karşı dava açılması tahsilat işlemlerini durdurmakta, mahkeme tarafından davanın reddedilmesi hâlinde ödeme emri düzenlenebilmektedir. Buna karşılık, dava açılmakla tahsil işlemleri durmayan vergi dışında kalan kamu alacakları yönünden ihbarnameye karşı açılan davanın sonucu beklenmeden ödeme emri düzenlenmektedir. Dolayısıyla ihbarnamenin iptali talebine ilişkin olarak verilmiş bir karar bulunmaksızın ödeme emrine karşı dava açılmaktadır. Yüce Mahkeme’nin, vergiden kaynaklanan alacaklar ile diğer kamu alacakları arasında mevcut olduğu ileri sürülen bu eşitsizlik iddiası üzerinde yoğunlaşmadığı söylenebilir.

TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN SINIRLANMASINA İLİŞKİN ANAYASAL ÖLÇÜTLER

AYM’nin görev ve yetkileri arasında, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetlemek ve bireysel başvuruları karara bağlamak da yer almaktadır.(4)

Haksız çıkma zammı, AYM tarafından, Anayasa’nın;

  • maddesindeki ölçütler çerçevesinde,
  • maddedeki mülkiyet hakkı ile
  • maddedeki hak arama özgürlüğüne

aykırılık yönüyle değerlendirilmiştir. 

Bu itibarla, ilk önce Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelere ilişkin olarak hangi ölçütlere yer verildiğini incelememiz gerekmektedir. 

Bu maddede, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir.

Buradan, temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren düzenlemelerin;

  • Kanunla yapılması,
  • Anayasa’da öngörülen sınırlama sebebine uygun ve
  • Ölçülü olması,

gerektiği sonucuna ulaşıyoruz. Bunları sırasıyla inceleyelim.

Sınırlamanın Kanunla Yapılması

AYM’ye göre, temel hak ve özgürlükleri sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenlemenin şeklen var olması yeterli değildir. Yasal kuralların;

  • Keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli,
  • Ulaşılabilir ve
  • Öngörülebilir,

düzenlemeler niteliğinde olması da gerekmektedir.

Kanunun bu niteliklere sahip olması aynı zamanda hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Hukuk devletinde kanuni düzenlemeler hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olmalı, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermelidir.

AYM, kanunda bulunması gereken bu nitelikleri aynı zamanda hukuki güvenliğin sağlanması bakımından zorunlu görmektedir. Zira bu ilke;

  • Hukuk normlarının öngörülebilir olmasını,
  • Bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
  • Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını

gerekli kılar.

Dolayısıyla, Yüce Mahkeme’ye göre, sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.

Anayasa’da Öngörülen Sınırlama Sebebine Uygunluk

Temel hak ve hürriyetlerin, yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak sınırlanabileceği; bu sınırlamaların, Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı bizzat Anayasa’da ifade edilmektedir.

AYM tarafından yapılan değerlendirmeye göre de Anayasa’ya aykırı olmadığının söylenebilmesi için kanunla getirilen sınırlama, anayasal bağlamda meşru bir amaca dayanmalıdır.

Ölçülülük İlkesi

Yüksek Mahkeme, ölçülülük ilkesinin;

  • Elverişlilik,
  • Gereklilik ve 
  • Orantılılık, 

olmak üzere üç alt ilkeden oluştuğunu kabul etmektedir. 

Elverişlilik öngörülen sınırlamanın ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından sınırlamanın zorunlu olmasını, yani aynı amaca daha hafif bir sınırlama ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise hakka getirilen sınırlama ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir.

Yazımızın devamında, haksız çıkma zammı ile mülkiyet hakkına ve hak arama özgürlüğüne getirilen sınırlamanın AYM tarafından, bahsettiğimiz bu anayasal ölçütlere göre nasıl değerlendirildiği izah edilecektir.

MÜLKİYET HAKKINA GETİRİLEN SINIRLAMANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Anayasa’nın 35. maddesinde “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” denilmektedir.

AYM’ye göre, mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır.

Mülkiyet hakkı; kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve kanunların koyduğu sınırlamalara uymak şartıyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, semerelerinden yararlanma ve üzerinde tasarruf etme imkânı veren bir haktır.

Bu bağlamda;

  • Malikin mülkünü kullanma,
  • Semerelerinden yararlanma ve
  • Mülkü üzerinde tasarruf etme,

yetkilerinden herhangi birinin kısıtlanması veya

  • Mülkünden yoksun bırakılması,

mülkiyet hakkına getirilmiş bir sınırlama niteliğindedir. 

Düzenlemenin Kanunla Yapılıp Yapılmadığı

Haksız çıkma zammı 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesinin beşinci fıkrasında düzenlenmiştir. Dolayısıyla mülkiyet hakkını sınırlamaya yönelik bir kanuni düzenleme şeklen mevcuttur.

AYM tarafından, itiraz konusu kuralda kimden, hangi durumda ve ne oranda tahsilat yapılacağı hususunun herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde açık ve net olarak düzenlendiği; bu kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve bu yönüyle kanunilik şartını taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. 

Ancak biz bu noktada, Yüce Mahkeme’nin görüşüne katılmıyoruz. Kuralın belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığını düşünüyoruz. Buna ilişkin iki gerekçe söylenebilir:

İlki, Kanun’da %10 zammın hangi sürede ödeneceğine yönelik özel bir düzenleme yer almıyordu. Bundan dolayı, sözü edilen alacağın vadesinin 6183 sayılı Kanun’un 37 nci maddesine göre ilgilisine 213 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacak tebliğ ile verilecek bir aylık ödeme süresi ile belirlenmesi gerekmiştir.

İkincisi, haksız çıkma zammına, süresinde ödenmemesi halinde gecikme zammı tatbik edilip edilmeyeceği de Kanun’da belirtilmemiştir. Haksız çıkma zammına, süresinde ödenmemesi halinde gecikme zammı tatbik edilmeyeceği ikincil mevzuatta açıklanmıştır.(5)

Düzenlemenin Anayasa’da Öngörülen Sınırlama Sebebine Uygun Olup Olmadığı

Anayasa'da mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla sınırlanabileceği belirtilmiştir.

Kuralla (haksız çıkma zammı uygulamasıyla), gereksiz yere dava açılmasını zorlaştırmak suretiyle kamu alacağının tahsilinin sürüncemede bırakılmasının önlenmesi şeklindeki kamu yararının amaçlandığı anlaşılmaktadır.

AYM, kamu alacaklarının zamanında ve eksiksiz tahsilini kamu hizmetlerinin, dolayısıyla devlete yüklenen ödevlerin yerine getirilmesi ve böylece kamu yararının sağlanması için elzem görmektedir. 

Düzenlemenin Ölçülülük İlkesine Uygun Olup Olmadığı

AYM, kuralın, mülkiyet hakkına ölçüsüz bir sınırlama getirdiği sonucuna ulaşmıştır. 

Bu sonucun alt bileşenleri AYM Kararı’nda şöyle izah edilmiştir:

Elverişlilik İlkesi: Yüksek Mahkemeye göre, yürütmenin durdurulmasına karar verilmediği sürece ödeme emrine karşı dava açılması tahsil işlemlerini durdurmadığından ve idare kamu alacağının tahsili işlemlerine devam ettiğinden, bu dava, alacağın tahsili açısından geciktirici veya zorlaştırıcı bir etki doğurmaz.

Bu itibarla ödeme emrine karşı dava açılmasını caydırıcı nitelikteki kuralın tahsilatı hızlandırma etkisi dolaylı ve sınırlıdır.

Böylece, AYM Kararında, kuralın, gereksiz yere dava açılmasının zorlaştırılması suretiyle kamu alacağının tahsilinin sürüncemede bırakılmaması şeklindeki amacın gerçekleştirilmesi için elverişli olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Gereklilik İlkesi: Tarh işlemine karşı açılan dava henüz kesinleşmeden bu tarhiyattan kaynaklanan kamu alacağı için ödeme emri düzenlenebilir. Kamu alacağının dayanağı tarh işlemine ilişkin yargısal süreç devam etmekte iken ödeme emrine karşı dava açılmasının, ödeme emri içeriği kamu alacağının %10'u oranında zamlı olarak tahsili yoluyla önlenmeye çalışılmasının son çare ve dolayısıyla hakka en az müdahale teşkil eden araç olduğunun söylenmesini, AYM, incelediğimiz Kararında “güç” olarak nitelendirmiştir. Yüce Mahkeme, bu yönüyle kuralın gereklilik ölçütünü de karşılamadığı sonucuna ulaşmıştır.

Orantılılık İlkesi: AYM, orantısızlığı üç boyutuyla ortaya koymaktadır.

  • Birincisinde, kuralda haksız çıkma zammının hesaplanması açısından tutar olarak ya da borcun aslına oranla bir üst sınır öngörülmediği vurgulanmıştır. AYM’ye göre, haksız çıkma zammının hesaplanmasında borcun aslı ve ferîleri birlikte değerlendirildiğinden ferî alacakların tutarına göre kamu borçluları, kamu alacağının aslına kıyasla önemli bir tutarda haksız çıkma zammı ödemek durumunda kalabilirler.
  • İkinci boyutta, kuralın mahkemelerin somut durumun özelliklerini değerlendirmesini sağlamadığı,
  • Son boyutta ise hâkime herhangi bir takdir yetkisi tanınmadığı,

vurgulanmıştır.

Dolayısıyla AYM, gereksiz yere dava açılmasını zorlaştırmak suretiyle kamu alacağının tahsilinin sürüncemede bırakılmasının önlenmesine yönelik kamusal yarar ile kamu borçlularına yüklenen külfet arasında orantısızlık bulunduğu sonucuna ulaşmıştır.

HAK ARAMA ÖZGÜRLÜĞÜNE GETİRİLEN SINIRLAMANIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Anayasa’nın 36. Maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.” denilmektedir.

AYM’ye göre, hak arama özgürlüğünün temel unsurlarından biri mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, hukuki bir uyuşmazlığın bu konuda karar verme yetkisine sahip bir mahkeme önüne götürülmesi hakkını da kapsar. Kişinin uğradığı bir haksızlığa veya zarara karşı kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin, zararını giderebilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde dava hakkını kullanabilmesidir. AYM, kişilere yargı mercileri önünde dava hakkı tanınmasını hak arama özgürlüğünün ön koşulu olarak görmektedir. 

Düzenlemenin Anayasa’da Öngörülen Sınırlama Sebebine Uygun Olup Olmadığı

Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiştir. Bununla birlikte;

  • Yüce Mahkeme, özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da o hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu görüşünü kabul etmektedir.
  • Öte yandan, AYM’ye göre, Anayasa’nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevler, özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebilir. 

Anayasa'nın 5. maddesine göre kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak devletin temel amaç ve görevlerindendir. Bunu gerçekleştirmek için devlet asayiş, adalet, sağlık, eğitim, bayındırlık gibi birçok faaliyetlerde bulunmaktadır. Ancak bu faaliyetlerin düzenli ve sürekli yürütümü için kamu gelirlerinin zamanında ve eksiksiz tahsili gerekir. 

Bu kapsamda, AYM’ye göre, dava konusu kural da gereksiz dava açılmasının zorlaştırılması suretiyle kamu alacaklarının tahsilinin sürüncemede bırakılmaması sayesinde kamu hizmetlerinin, dolayısıyla devlete yüklenen ödevlerin yerine getirilmesini amaçlamaktadır.  

Düzenlemenin Ölçülülük İlkesine Uygun Olup Olmadığı

Mülkiyet hakkı yönünden ölçülülük ilkesi açısından yapılan değerlendirmeler hak arama özgürlüğü yönünden de geçerlidir.

Sonuç itibariyle, kural (haksız çıkma zammı), yargı yoluna başvurmayı zorlaştırması ve caydırması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlamaktadır.

ANAYASA MAHKEMESİ’NİN GÖRÜŞ DEĞİŞİKLİĞİ VE KARŞI OY

Önceki Görüş

Yüce Mahkeme, önceki bir Kararında haksız çıkma zammının hak arama özgürlüğüne aykırı olmadığına karar vermiştir. (03/02/2011 tarihli ve E.2009/83, K.2011/29) Bu karar şu gerekçelere dayandırılmıştı:

  • Ödeme emrinin sebebini oluşturan işlemlere karşı dava açılmasının önünde bir engel bulunmadığı,
  • Ödeme emrine karşı dava yargı yolunun kapatılmadığı,
  • Mahkemelerin ödeme emrine karşı açılan davayı inceleyerek gerekli kararları vermekten alıkonulmadığı.

Yeni Görüş

AYM, sonraki kararlarında yargı yoluna başvurmayı önemli ölçüde zorlaştırıcı ve caydırıcı kuralların hak arama özgürlüğünü sınırladığı sonucuna varmış yani, bu konudaki görüşünü değiştirmiştir. Örneğin; açtığı ihalenin feshi davası reddedildiği için ihale bedelinin %10'u oranında para cezası ödemeye mahkûm edilen başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Bu sonuca ulaşırken;

  • Söz konusu hükümde herhangi bir üst sınır öngörülmemesine,
  • Derece mahkemelerinin somut durumun özelliklerini göz önünde tutmasını temin edecek bir esnekliğin sağlanmamasına ve
  • Hâkime herhangi bir takdir yetkisi tanınmamasına

da vurgu yapmıştır.

Karşı Oyun Gerekçeleri

AYM’nin incelediğimiz iptal kararı oy birliğiyle alınmamıştır. Bu sebeple karşı oyun gerekçelerini de ortaya koymamız gerekmektedir.

Karşı görüşte;

  • İlk olarak, kamu alacakları kamu hizmetlerinin ifasında kullanıldığından, bu alacakların tahsiline öncelik ve ayrıcalık tanındığına vurgu yapılmıştır. 6183 sayılı Kanun’un esası, vergiler başta olmak üzere, kamu alacağını güvence altına almak ve ödenmediği takdirde kamu alacağını zora dayanarak Devlet gücü ve memurları eliyle tahsil etmektir. İtiraz konusu kural da kamu alacağının sürüncemede kalmasını önleyerek mümkün olduğu ölçüde kısa sürede tahsilini sağlamaya yöneliktir. 
  • İkinci olarak, idarenin yapmış olduğu işlemlerin yargı denetimi kapsamında bulunduğu vurgulanmaktadır. Kamu borçlusu ödeme emrinin tebliğinden önce kamu alacağının esası hakkında yargı yoluna başvurabileceği gibi itiraz konusu kural gereğince ödeme emrinin tebliğinden sonra da tahsile ilişkin olarak dava açabilme imkânına sahiptir. Ayrıca, mahkemeler, bu işlemlerle ilgili açılmış olan davaları inceleyerek gerekli kararları vermekten alıkonulmamıştır.

Sonuç itibariyle, karşı görüşe göre, kural, kamu alacakları için özel bir takip ve tahsil yöntemi içermektedir. 6183 sayılı Kanun’un öngördüğü süratli ve etkin takip ve tahsilatı sağlamaya yöneliktir. Kuralın hak arama özgürlüğünü engelleyen, mülkiyet hakkını ihlal eden bir yönü bulunmamaktadır.

BENZER DÜZENLEMELERİN ANAYASA’YA UYGUNLUĞU

6183 sayılı Kanun’da haksız çıkma zammına benzeyen başka uygulamalar da yer almaktadır. Bunlardan ilki, hacze karşı istihkak iddiaları üzerine açılan davalar sonucunda hükmedilen %10 tazminattır. Diğeri ise menfi tespit davasında haksız çıkan üçüncü şahıs aleyhine, haksız çıktığı tutarın %10'u tutarında ayrıca hükmedilen inkâr tazminatıdır. Her iki uygulama hakkındaki görüşlerimizi aşağıda özetleyeceğiz:

İstihkak Davası Üzerine Hükmolunan Tazminat

Hacze karşı istihkak iddiaları; 6183 sayılı Kanun’da “Borçlu elinde haczedilen mallara karşı istihkak iddiaları” ve “Üçüncü şahıs elinde haczedilen mallara karşı istihkak iddiaları” şeklinde ikili bir ayrım yapılarak düzenlenmiştir. İstihkak iddiaları ile ilgili diğer hükümler ise Kanun’un izleyen maddesinde ele alınmıştır.(6)

İstihkak davalarının açılması icra takibini durdurmamaktadır. Davacı takibin tehirini mahkemeden talep edebilir. Davaya bakan mahkeme tarafından mevcut delillerin mahiyetine göre ve muhtemel zararlara karşı yeterli teminat alınmak suretiyle takibin tehirine karar verilebilir.

İstihkak davası üzerine, takibin tehirine karar verilir ve neticede dava ret olunursa, davanın konusunu oluşturan hacizli malın değerinin %10’u tutarında tazminata hükmolunmaktadır.(7)

Bu içerikteki düzenlemelerin Anayasaya aykırılığının iddia edilmesi halinde, mülkiyet hakkı ve hak arama özgürlüğüne getirilen ölçüsüz bir kısıtlama olarak değerlendirilmesi olasılığının, incelediğimiz Karar sonrasında arttığını düşünüyoruz. Çünkü, ilgili mahkemece, “kafi teminat alınmak suretiyle takibin tehirine” karar verildiğine göre, kafi teminata ilaveten, dava reddolunursa mahcuz malın değerinin %10’u tutarında bir tazminata da hükmolunmasının, davacılar bakımından, haksız çıkma zammına benzer etkiler oluşturduğu iddia edilebilir.

Menfi  Tespit Davası Üzerine Hükmolunan İnkâr Tazminatı

Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczi için tahsil dairesi tarafından bunlara haciz bildirisi tebliğ edilmektedir. Haciz bildirisini alan üçüncü şahıslarca bazı iddialar ileri sürülebilir. Bu iddiaların haciz bildirisinin kendilerine tebliğinden itibaren 7 gün içinde tahsil dairesine yazılı olarak bildirilmesi zorunludur. Sözü edilen zorunluluğun süresinde yerine getirilmemesi halinde mal ellerinde ve borç zimmetlerinde sayılacak ve haklarında 6183 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır.

6183 sayılı Kanun’un 79. maddesinde, 7 günlük sürede alacaklı tahsil dairesine itirazda bulunmayan üçüncü şahıslara diğer bir hak daha tanınmış ve haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açarak haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmelerine imkan verilmiştir.

Menfi tespit davası açılması durumunda amme alacağının takibi durmaz. Ancak, mahkemece 6183 sayılı Kanun’un 10. maddesinde sayılan türden teminat karşılığında takip işlemlerinin durdurulmasına karar verilebilir. Dolayısıyla, üçüncü şahıslarca menfi tespit davasının açılması, bu şahıslar hakkında sürdürülen takibin durdurulması için yeterli olmayıp bu konuda ayrıca mahkemenin takibin durdurulmasına karar vermiş olması gerekmektedir.

Madde hükmüne göre, teminatlar alacaklı tahsil dairelerince alınır ve haciz varakalarına istinaden haczedilir. Mahkeme kararı üzerine teminat gösterilmemiş olması ya da gösterilen teminatın takip konusu alacağı karşılamaması halinde takip muamelesi durmayacaktır. Dava konusu tutarı karşılayacak nitelikte teminat gösterdiğini iddia eden üçüncü şahsın, bu iddiasını takip işlemini durduran mahkemeye intikal ettirmesi gerekir.

6183 sayılı Kanun’un 79. maddesi gereğince, açılan menfi tespit davası sonucunda haksız çıkan üçüncü şahıs aleyhine, haksız çıktığı tutarın %10’u oranı üzerinden ayrıca inkar tazminatına mahkemelerce hükmedilmektedir.(8)

Bu hükümlerin de haksız çıkma zammına benzer etkiler oluşturduğu iddia edilebilir. 

Diğer yandan, kamu alacakları kamu hizmetlerinin ifasında kullanıldığından, bu alacakların tahsiline öncelik ve ayrıcalık tanındığı kabul edilebilir. Söz konusu uygulamaların kamu alacağının sürüncemede kalmasını önleyerek kısa sürede tahsilinin sağlanmasına yönelik özel yöntemler olarak öngörüldüğü, diğer deyişle, süratli ve etkin takip ve tahsilatı sağlamaya yönelik uygulamalar olduğu sonucuna ulaşılabilir.

SONUÇ

Haksız çıkma zammı, AYM tarafından, Anayasa’nın 13. maddesindeki ölçütler çerçevesinde, 35. maddedeki mülkiyet hakkı ile 36. maddedeki hak arama özgürlüğüne uygunluk yönüyle değerlendirilmiş ve 21/04/2022 tarihinde, Anayasa’nın sözü edilen maddelerine aykırı bulunarak oy çokluğuyla iptal edilmiştir.

AYM, haksız çıkma zammının, mülkiyet hakkı ile hak arama özgürlüğüne; anayasal bağlamda meşru bir amaca dayanarak, kanunla getirilmiş bir sınırlama olduğunu düşünmektedir.

Bununla birlikte, Yüce Mahkeme, incelediğimiz Kararında, bu kuralın mülkiyet hakkına ve hak arama özgürlüğüne ölçüsüz bir sınırlama getirdiği sonucuna ulaşmıştır. Haksız çıkma zammı, yargı yoluna başvurmayı zorlaştırması ve caydırması nedeniyle hak arama özgürlüğünü sınırlamaktadır.

AYM kararları kesindir. Haksız çıkma zammı hükümleri, iptal kararının Resmî Gazetede yayımlandığı tarihte (02/08/2022) yürürlükten kalkmıştır.(9) Bu yöndeki Karar, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayıcı niteliktedir.(10)

(1) 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesinin beşinci fıkrası.
(2) Anayasa’nın 152. maddesi.
(3) Samsun Bölge İdare Mahkemesi 2. Vergi Dava Dairesi.
(4) Anayasa’nın 148. Maddesi ilk cümle.
(5) Tahsilat Genel Tebliği Seri: A Sıra No: 1, İkinci Kısım, Birinci Bölüm, III- Ödeme Emrine Dava Açılması/5.Ayrım
(6) 6183 sayılı Kanun’un 66-67-68. maddelerinde istihkak davaları düzenlenmiştir.
(7) Tahsilat Genel Tebliği Seri: A Sıra No: 1, İkinci Kısım, Birinci Bölüm, VII- Hacze Karşı İstihkak İddiaları
(8) Tahsilat Genel Tebliği Seri: A Sıra No: 1, İkinci Kısım, İkinci Bölüm, II- Üçüncü Şahıslardaki Menkul Malların, Alacak ve Hakların Haczi/6 ve 7. Ayrım.
(9) Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkmaktadır. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez (Anayasa madde 153).
(10) Anayasa’nın 153. maddesi.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor