Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Vergi

Dr. Ahmet OZANSOY
Dr. Ahmet OZANSOY
2180OKUNMA

Bürokrasi karşısında yasaların çaresizliği

Başlığa bakıp, “bürokrasi yasalardan üstün mü ki, yasalar çaresiz kalsın” demeniz kuvvetle muhtemel. Teorik olarak haklısınız. Ancak yasaları uygulamak durumunda olanlar, “ben o yasayı öyle anlamadım da, şöyle anladım” veya “senin dediğin gibi anlamadım, nasıl anladığımı da bilmiyorum” dediği anda mükellef olarak elinizde yasa maddesiyle birlikte çaresiz kalıyorsunuz.

Bunun pek çok örneği var. Mesela birini Nedim TÜRKMEN yazdı: “Kanunu yanlış bulan bürokrat mahkeme kararı istiyor” (1). Türkmen; 7143 sayılı Kanun uygulaması bakımından hakkındaki inceleme, sahte belge düzenleyicisi olmadığının tespiti ile biten bir mükellefin matrah artırımı talebinin işleme konulmadığından ve mükellefin yargı kararı ile matrah artırımında bulunabildiğinden bahsediyor. Mükellef yine de şanslıymış ki, yargı lehine karar vermiş. Son dönemde, bu da çok zor çünkü.

Bir başka örnek; beyannamesini verirken yasadaki açık bir istisnadan faydalanan ve beyannamenin ilgili satırında bunu belirten, istisna dışında kalan gelirini ise ihtirazı kayıtla beyan eden bir mükellef, ihtirazı kayıtla “beyan ettiği geliri” için 7326 sayılı Kanun kapsamında davadan vazgeçip kesinleşmiş alacak olarak borcunu yapılandırıp ödediği ve aynı dönemle ilgili matrah artırımında da bulunduğu halde, beyannamenin istisna satırında yazılan geliri de, nasıl oluyorsa, vergiciliğin en temel kuralları hiçe sayılıp “canlandırılarak” mükellefe vergi/ceza ihbarnamesi tebliğ ediliyor. Yasadaki, matrah artırımında bulunulan dönemlerle ilgili “tarhiyat yasağı”nın hatırlatılması hiçbir işe yaramıyor. Mükellef, “biz yaptık oldu, git derdini Marco Paşa’ya anlat” anlayışıyla baş başa kalıyor.

Başka bir örnek: Bankanın kredi alacağını ve o alacağın teminatlarını satın alan bir şirket, tapuda ipotek alacaklısının adını, bankanın adından kendi adına geçirmek istiyor. Bu işlem Damga Vergisi Kanunu’na ekli 2 sayılı tablonun 23 numaralı fıkrasında damga vergisinden istisna edilmiş. Harçlar bakımından ise bir istisna yok ancak yeni ipotek tesisi, ipoteğe konu taşınmazın değiştirilmesi veya ipotek derecesinin değiştirilmesi olarak 3 tür işlem harca tâbi. Diğer ipotek işlemleri harcın konusuna girmiyor. Bahsettiğimiz işlemde ipoteğin derecesinde de, ipoteğe konu taşınmazda da hiçbir değişiklik yapılmıyor. Sadece ipotek alacaklısının adı değişiyor. Bu isim değişikliği yeni bir ipotek tesisi de değil (borç aynı borç, borcu garanti eden ipoteğe konu mal aynı mal), çünkü bu durumda ipoteğin derecesinin değişmesi gerekir ki burada öyle bir durum yok. Pek çok tapu dairesi, bu durumu tespit edip harçsız işlemi tesis ediyor. Ancak bir tapu dairesi tereddüde düşüyor ve Gelir İdaresi’ne durumu soruyor. Ve sorduğuyla da kalıyor. Aylar geçmesine rağmen cevap verilmiyor. Tapu dairesi de cevap gelmediği gerekçesiyle işlem yapmıyor. Yani tam bir “çek oğlum, gelmiyor; bırak oğlum, gitmiyor” hikâyesi. Bu arada satışa çıkılıyor, ipotek alacaklısının ismi hatalı görünüyor, icra dairesinde sorun çıkıyor, ne gam! Mükellef bir elinde yasa maddesi, öbür eli böğründe kalakalıyor.

Başka bir örnek: Kat karşılığı inşaat sözleşmesi damga vergisinden istisna.    Muayyen bir meblağı ihtiva eden mukavelelerde beher imza için binde 1,13; belli meblağı ihtiva etmeyen mukavelelerde beher imza için maktu bir tutar noter harcı alınıyor. Harçlar Kanunu’nun 42’nci maddesine göre menkul ve gayrimenkul mallar hakkında alım, satım, taahhüt ve rehinle ilgili her nevi mukavele, senet ve kâğıtlarda değer gösterilmesi mecburidir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesi, nev’i şahsına münhasır bir sözleşme olup alım-satım, taahhüt veya rehin sözleşmesi değildir. Danıştay’ın yerleşik içtihatlarına göre eser sözleşmesidir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde işin niteliği gereği bir değer yer almaz. Arsanın bedeli, iş bittikten sonra belli olur ve yapılan inşaattan arsa sahibi payına düşen miktarın büyüklüğü ve inşaat kalitesiyle alakalı olarak “maliyet + makul kâr”dır. Arsa sahibinin arsasının defter değeri veya emlak vergisi değeriyle bağı yoktur ve hatta esasen piyasa bedeliyle dahi (doğrudan) bir ilişkisi yoktur. Dolayısıyla sözleşmede bir rakam yer almadığı için noter harcının maktu olarak alınması gerekir. Çünkü burada rakam yer almadığı gibi sözleşme tarihi itibariyle “hesaplanabilir bir rakam” da söz konusu değildir.

Lakin mükellef notere gittiğinde, noterler arsanın emlak vergisi değeri üzerinden imza başına nispi harç alacağını söylemektedir. “Hangi mevzuata göre nispi harç istedikleri”ni sorunca, “Adalet Bakanlığı genelgesine göre” demektedirler. Genelge’ye baktığımızda Harçlar Kanunu’nun 63’üncü maddesine yapılan bir atıfla tapu ve kadastro harcı için getirilmiş bir vergi güvenlik müessesesini “noter harcı”na kıyasen teşmil ettiğini görüyoruz. Israr ediliyor, “ille de maktu değil, nispi alacağız.” Hukuku zorlamayı ne çok seviyoruz!

Bir başka örnek: 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca uygulanacak vergi ve harç istisnalarıyla ilgili. Kanunda dönüşüme tâbi tutulmadan önce yapılan tasarruflar ile dönüşümden sonra oluşan yeni yapıların hakkındaki tasarruflarla ilgili olarak ayrı ayrı bazı istisnalar tanımlanmış. Bazı noterler, dönüşümden önce istisnadan faydalanmayı, tamamen hukuksuz olarak dönüşümden sonra oluşan yeni yapılar bakımından faydalanmama gerekçesi saymakta. Bu Kanundan faydalanmak isteyen mükellefler, tapuya gitmeden önce neden faydalanıp neden faydalanamayacağını katiyen bilemiyor. Tam bir “kadere 45” durumu var. Her tapu “filin kulağı” gibi kanunu başka bir cümlesinden tutup anladığı, daha doğrusu “anlayamadığı” gibi uygulamaya kalkıyor. Bu aşamada ne deseniz ne yapsanız boş. Kanun, tebliğ, özelge vs. göstermeniz yeterli olmuyor. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden “genelge” gelmesi lazım!  

Son örnek de kısa zaman önce yaşandı. 7326 sayılı Kanun’un stok affı maddesi kapsamında fiilen işletmede olduğu halde, defter kayıtlarında yer almayan stoklarını beyan eden bazı mükelleflere gönderilen yazıyla “beyan edilen stokların hangi dönemdeki alışlardan kaynaklı olduğu ve buna ilişkin bilgi ve belgeler” istendi. “Söz konusu Kanunun amacının işletme kayıtlarının fiili duruma uygun hale getirilmesi, kayıt dışılığın önlenmesi, sahte belge düzenleme ve kullanmanın önüne geçilmesi iken, mükelleflerin fiilen işletmelerinde yer almayan kıymetlerini beyan ederek sadece Kanunun getirdiği vergisel avantajlardan faydalanmaya çalışmasının karşısında, Maliye İdaresinin bu yönlü bir kontrol mekanizması kurmasının kaçınılmaz son ve makul olduğu”  da ileri sürüldü.(2)Elbette, bahse konu Kanun “hayali” stoklar beyan edilmesini amaçlamıyor ve İdare böyle bir durumu hoş görmez. Lakin bunu tespit etmenin yolu, elinde belgesi olmadığı için defter kayıtlarına alamadığı ve özel kanunla beyan ettiği malların “belgelerini sunmasının istenmesi”midir, yoksa fiili tespit yapıp beyan edildiği halde işletmede yer almayan malların tespit edilmesi midir?

Hülâsa; Kanun’un ne dediğinden çok, uygulayıcıların ne dedikleri, nasıl anladıkları veya nasıl anlamak istedikleri önemli. Bari nasıl anladığını sorup ona göre işlem yapayım derseniz, o da olmuyor. Çünkü İdare “somut bir olaya dayanmayan” soruya cevap vermiyor. Siz dönüp “olay somut, durum şudur, şöyle şöyle yapacağım, doğru mudur” derseniz, “yap, ondan sonra sor” cevabını alıyorsunuz.

Shakespeare; “bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür” demiş. Doğru, lakin eksik kalmış: “Yasalarını uygulayanlar da, yapanlarından daha güçlüdür” diye tamamlamalı idi sözü.

1 - https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/nedim-turkmen/kanunu-yanlis-bulan-burokrat-mahkeme-karari-istiyor-6795859/, 29/11/2021.
2 -https://vergialgi.com/7326-sayili-kanunla-isletme-kayitlarinin-duzeltilmesi-ve-sonrasi, 27/11/2021

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor