Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Ekonomi, Maliye

Sevcan DEDEOĞLU
Sevcan DEDEOĞLU
4018OKUNMA

Borçluluk Büyüme Çıkmazında Bir 21. Yüzyıl İktisatçısının Düşünceleri

Daha az şanslı olanların avantajına bir şey yapılmadıkça, sosyal bir düzen olan sezgisel fikir tesis edilemez ve daha iyi durumda olanların cazip beklentileri korunamaz. Rawls

Şu an dünyanın içinde bulunduğu durum hakkında küresel bir kriz geliyor demek için erken bir dönem olsa da her şeye tozpembe gözlüklerle bakabilmek için ise fazlasıyla hayalperest olmak gerekiyor. Adam Smith’in insanı daima hesap yapan, yanılmaz, doyumsuz ve akılcı bireysel kararlar alabilen bir canlı olarak tanımladı. Ben işbirlikçi bir tür olduğumuzu ve ekonominin de karşılıklı etkileşim sonucunda geliştiğini görmezden gelmememiz gerektiğini vurgulamak istiyorum.

21.yy.da teknolojinin de yardımıyla Big-Data çağına girdiğimiz bu dönemde ölçebildiğimiz her şeye inanıyoruz ve yönetebiliyoruz. Ölçemediğimiz her şey ise bizi yönetiyor, siyah kuğularla yüzleşmemize neden oluyor. Bunun sebebi ise istatistiksel olsa da aynı zamanda davranışsaldır. Klasik ekonomi teorileri “rasyonel insan” üzerine kurulu olmasına rağmen kriz anlarında ise karşılaştığımız şey insanların koyun gibi toplu halde irrasyonel davranışlar sergileme eğilimidir. Gamestop Short Squeeze (Gamestop Açığa Satanı Sıkıştırma) olarak finansal tarihe geçecek olan geçen hafta yaşanan olaylar da bunun küçük örneklemdeki örneğidir.

Ne yazık ki salgın döneminde yayılan sadece Covid 19 ve mutasyon virüsleri olmadı aynı zamanda eşitsizlik, işsizlik, aşısızlık da virüs kadar hızlı yayıldı.

Öyle ki Oxfam’ın “Eşitsizlik Virüsü” raporuna göre, dünyada en zengin 10 kişinin toplam servetinin pandemi sırasında 540 milyar dolar arttı. Kuruluş bu parayla dünyada herkese yetecek kadar aşı satın alınabileceğini ve yoksullaşmanın önüne geçilebileceğini savunup süper zenginlerin daha fazla vergilendirilmesini talep etti. Raporu okuduğumda ortak akıl, aklın yolu bir dedikleri bu olsa gerek diye düşündüm. Raporda, dünyanın en zengin bin kişisinin 9 ay içinde pandemi öncesindeki mali durumlarına kavuşabileceği, yoksullar için ise bu sürenin 10 yıla kadar çıkabileceği belirtilmiş. Aynı zamanda 2020 yılında dünyadaki yoksulların sayısının 200 ila 500 milyon daha arttığı belirtilmiştir. Pandemi dünyayı pek çok konuda teknolojik devrimler, yapay zekâ, dijitalleşme konusunda ileriye taşımak için kamçılayıcı güç olsa da maalesef pek çok konuda iyi hale getirdiğimiz şeyleri 20 yıl 30 yıl geriye götürdü. Bunlardan biri ise son 20 yıldaki çabalarla sağlanan yoksulluğun dünya çapında azalması eğiliminin tersine dönmesidir.

DİSK Genel İş Sendikası’nın hazırladığı Türkiye’de Gelir Eşitsizliği ve Yoksulluk raporunda ise, Türkiye halkının bir yılda yaklaşık 1.500 dolar fakirleştiğini, yoksul sayısının %8,4 arttığını, her 10 kişiden 7’sinin borçlu olduğunu ortaya koyulmuştur. Raporda belirtildiği üzere Türkiye, Avrupa’da gelir eşitsizliğinin en çok olduğu ülkedir. Pandemi hiç şüphesiz zaten kırılgan olan ekonomik durumumuz nedeniyle bizi ters ayakta yakaladı ve her ne kadar 2020 yılını pozitif büyüme oranıyla bitirmiş olsak da 2019 yılında da bizim için durum pek parlak değildi. Kişi başına düşen milli gelirimiz 2019’da 9.150 dolar idi. 2020’de bu rakam 7.715 dolara indi. Avrupa Birliği’nde bu rakam ortalama 43.615 dolar, gelişen ekonomiler ve gelişmekte olan Avrupa ülkeleri ortalaması ise 26.025 dolar civarındadır. İşsiz olanlar, karantina yasakları nedeniyle işlerine devam edemeyenler geçinebilmeleri için yeterli seviyede yardım alamazken, ülkemizde yine maalesef yıllardır var olan ve yükselen çalışan yoksulluğu dikkat çekmektedir. Dünyada çalışan yoksulluğu %9 oranında iken Türkiye’de %14,4 oranındadır.

Dünya Bankası’nın Ocak 2021 Küresel Ekonomik Beklentiler raporu, içinde bulunduğumuz küresel durumu   olarak adlandırmıştır. Raporda, Latin Amerika borç kriziyle sonuçlanan 1970'li ve 80'li yılların borçları birinci dalga; Doğu Asya’da bankaları ve firmaları, Avrupa ve Orta Asya’da hükümetleri vuran 1990'ların borçları ikinci dalga, 2007–2009 arasındaki küresel finans krizi üçüncü dalga olarak tanımlanmıştır. Raporda, borçların geldiği düzey ve artış hızının dördüncü dalgayı öncekilerden daha riskli hâle getirdiğinden, pandemideki daralmanın ve artan hükümet harcamalarının bütçe açıklarını artırdığından ve borçların gayri safi yurt içi hasılaya oranının keskin şekilde yükseldiğinden bahsediliyor. Raporda, Dünya Bankası’nın çözüm önerileri olarak büyüme temposunun artması, mali disiplin ve özelleştirmelerin yanı sıra yüksek enflasyonla borçların eritilmesi, borçların ertelenmesi ve yüksek gelir grubunun vergilendirilmesi sıralanmıştır.

Kamu borcu deyince genelde borçlu; kamu devlet, alacaklı; özel kesim olarak anlaşılsa da bu tanım biraz eksik bir tanımdır. Kamu hem devlet hem de halk anlamına gelmektedir. Kamu borcu, halkın halka borcudur. Halklar bu durumda hem kendine borçlu hem de kendinden alacaklı olmaması gerekse de maalesef durum böyledir ve acı reçetelerde bu borç tahsil edilir.

OECD Türkiye’nin ekonomik görünümüne ilişkin raporunda ise Covid-19 salgınının Türkiye’yi “geç ancak sert” etkilediği ifade edilip ve çalışanlara ve firmalara destek verilmesi gerektiği vurgulanmıştır (Okurken aklın yolu bir dediğim zamanlardan biri daha).

Rapor, reform paketlerinin uygulanmasıyla Türkiye’nin kişi başına gayri safi yurt içi hasılasının 10 yılda %10 artabileceğini belirtmiştir. Kepçeyle kaybettiğimizi çok uzun zaman içinde kaşıkla geri alabileceğimizin resmidir.

Pandemi koşulları nedeniyle piyasayı likiditeye boğan merkez bankalarının durumu ise çok daha trajik bir durum almıştır. Merkez Bankaları bu dönemde para basarak bunun karşılığında piyasadan varlık alımı yapmaktadır. Güncel durumda FED bilançosu 5,91 milyar dolarlık varlık alımıyla 7,41 trilyon dolara yükselmiştir. Mevcut varlıklarıyla ABD GSYH’sinin %35’ine karşılık gelmektedir. Türkiye’de ise Gelir İdaresi Başkanlığı 2019 yılı vergi rekortmenleri listesine göre, Türkiye'nin 2019 yılı kurumlar vergisi rekortmeni 11 milyar 51 milyon 920 bin 642 lira vergi tahakkuk ettiren Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olmuştur. Kulağa tuhaf gelmiyor mu?

Kapitalist sistemin özü büyüme ve büyümeye koşullanmış bir sistemdir. Ekonomi büyüdüğü sürece bütün sistem çalışır, büyüme düştüğünde veya durduğunda sistem krize girmektedir. Büyüme ise pastanın büyümesidir. Pasta büyümezse toplumda dilim kapma çabası artar. Gelir dağılımı problemi vahşi bir şekilde ortaya çıkar.

Bugünlerde okuduğum çokça faydalanacağıma inandığım Kate Raworth’un Simit Ekonomisi kitabından bahsetmeden önce, üniversite dönemimde tanıştığım Rawls’ın adaleti, eşitlik tartışmalarına atıf yapmak istiyorum. Rawls’a göre devletin pek çok verimli düzenlemesi olabilir ama bunların tümü adil olmayabilir. Bu yüzden asıl sorun bu verimli düzenlemeler arasında adil olanını bulabilmektir. En dezavantajlının durumunu iyileştiren ilkelerin toplumun her kesimini iyileştirdiğini savunur. Avantajlı konumda olanların yüksek beklentileri ancak, dezavantajlının durumunu iyileştiriyorsa adil olacağını ifade eder.

Kafamdaki toplumsal meselelere çözüm bulacağını düşündüğüm Raworth’a göre 21. yüzyılda, insan refahını merkeze alan ve gezegenin kaynaklarına saygı duyulan yeni bir ekonomi anlayışına ihtiyacımız var. Donut-Simit ekonomisi (Raworth’un kitabı Türkçeye Simit Ekonomisi şeklinde çevrilmiştir) ismini gezegenin sınırlarını dış çepere, sosyal sınırların ise iç çepere yerleştirildiği donut-simit şeklinden alan bir sürdürülebilir kalkınma çerçevesi sunuyor Ortası delik diskin merkezinde sağlık, eğitim, sosyal ve politik haklar gibi temel yaşamsal ihtiyaçlar bulunuyor. En dıştaki halka ise ekolojik tavan olarak tanımlanıyor ve gezegenin aşılmaması gereken sınırlarını temsil ediyor. Modelin önerisi, ekolojik tavan aşılmadan merkezdeki sosyal ihtiyaçların karşılanabilmesi.

Raworth, ekonominin büyüklüğünü ölçmekte GSYH’nın doğru bir ölçü olmadığını kabul edip refaha odaklanan bir hedefe geçişi sağlamanın öncü hedef olması gerektiğini belirtiyor. Ancak simit ekli pusula olarak kabul edilirse sürdürülebilir kalkınma hedefleri gerçekleştirilebileceğini ifade ediyor.

Kitabı bitirdiğim zaman, meşhur tartışma konusu olan Great Reset idealizmi ile karşılaştırmasını yapmayı tahayyül ediyorum. Bu yazıyı Einstein’in bir sözünü hatırlatarak bitirmek istiyorum. “Sayılması mümkün olan her şey önemli olmayabilir. Her önemli şey ise sayılamayabilir” diyordu. Belki bizde önemli olan bazı şeyleri, sayıp verilerimize ölçüt olarak almıyor olabiliriz. Bilgi ve veri miktarı arttıkça, insan ve para yönetimi daha fazla ölçülebilir veriye dayalı hale geldikçe, fırsatlar arttığı kadar kör noktalar ve riskler, sisteme dataya dahil edilmeyenler de artıyor.

Her geçen gün finansallaşıyoruz ancak kalkınma ve verimlilikten uzaklaşıyoruz. Kör noktalara, görmezden gelinenlere eşitlik, adalet ve verimlilik gözlüklerimizle bir daha bakabilmek, dünyaya ve insanlara faydalı bir sistem kurabilmek dileğiyle.

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor