Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Ekonomi, Maliye

Okan ALTUNAKAR
Okan ALTUNAKAR
1114OKUNMA

Bir Nedensellik Hikâyesi: Kamu Harcamalarının Faiz Oranına ve Enflasyona Etkisi

Bu yazıda, enflasyonun nedeninin faiz mi, yoksa başka bir ekonomik realite mi (kamu harcamaları) olduğu konusunda kişisel görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

Kamu harcamaları (yatırımları dahil) ve bunlardaki  artışlar ile faiz oranı arasında çok önemli bir etkileşim mekanizması mevcuttur. Bu etkileşim, faizlerin enflasyonun nedeni olmadığını/olamayacağını da net bir şekilde göstermektedir. 

Bu konuya açıklık getirebilmek için ilk olarak

  1. Kamu Sektörü Borçlanma Gereğinde ortaya çıkan yüksek boyutlu artıştan
  2. Devlet borçlanmasının toplam talep üzerindeki etkisinden
  3. İç ve dış borçlanmayı aşan ölçüdeki kamu finansman İhtiyacının para arzı üzerindeki baskısından bahsetmek gerekiyor.

a) İlk aşamada, Türkiye bağlamında hangi kamu harcamaların Kamu Sektörü Borçlanma Gereksinimini (KSBG) "ateşlediğinden", yükselttiğinden bahsetmek gerek.

Aslında kastedilen kamu harcamaları, KSBG’yi artıran, zamanlaması, fizibilitesi ve maliyet hesapları doğru bir şekilde yapılmayan kamu harcamalardır. Bugünkü koşullarda yapılmakta olan kamu harcamalarına kısaca değinecek olursak, şu tur harcamaların ağırlıkta olduğu görülmektedir:

Gelir Yaratma Özelliği Bulunmayan Kamu Yatırım Harcamaları: Bunlar genellikle alt yapı, hastane, kamu hizmet binaları, köprüler, oto yolları gibi yatırımlara yönelik harcamalardır. Bu harcamalar epey bir süreden beri bütçe disiplininden bağımsız bir görünüm arz etmekte, her koşulda gerçekleşmesi gereken ve giderek artan harcamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Oysa bu harcama ve yatırımların yapılmasının zamana yayılması, geçirilmekte olan bu zor dönemde bütçe üzerindeki yükün hafifletilmesi, çok daha etkin fizibiliteler hazırlanarak yatırımların gerçek maliyetlerinin ortaya çıkarılması, rekabet sağlanmak suretiyle kamu yatırımlarının çok daha düşük maliyetlerle yapılması son derece mümkündür.

Terörle Mücadele ve Jeopolitik Dış Politika Çerçevesinde Gerçekleştirilen Kamusal Harcamalar ve Yatırımlar: Terörle mücadele harcamaları ertelenemeyecek, hızı kesilemeyecek, bütçe sınırlamalarına bağlanamayacak zorunlu harcamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Bugünkü koşullarda bu harcamalardan kaçınılması mümkün değildir. Ancak Türkiye’nin jeopolitik konumuna bağlı olarak  güdülmekte olan dış politikanın basari veya başarısızlığı bu alana yönelik kamu harcamaları ve yatırımlarının miktarını etkilemektedir. Başarılı bir jeopolitik dış politika uygulanması durumunda bu alana yönelik kamu yatırım ve harcamaları kesinlikle daha düşük olacaktır.

Gereksiz (veya zamansız) Kamu Yatırım Harcamaları: Gereğinden fazla büyük, gerekli olmamasına rağmen yapılan, öncelikli olmamasına rağmen alelacele planlanan, siyasi (oy) kaygılarıyla  yatırım programlarına alınan, fizibilite ve maliyet analizleri gerçeğe en yakın şekilde yapılmayan ve yatırım tamamlandığında toplumun geniş kesimlerinin gerçekten faydalanamadığı yatırım harcamaları bu kategoriye girmektedir. Kanal İstanbul gibi projeler, halkın ihtiyacı olmadığı halde yapılan çok büyük camiler, imar çalışmaları, hizmet binaları, araç yatırımları (kiralamalar dahil) bu kategoriye girmektedir. Bu tur yatırımlar yapılırken "ayağını yorganına göre uzatma" ilkesi çerçevesinde hareket edilmesi ve eğer yeterli kaynak yoksa bu tur yatırımların mutlaka ertelenmesi, ötelenmesi esas olmalıdır. Diğer ifadeyle, bütçe disiplini, bütçe sınırlamaları bu konuda dikkate alınmalıdır. 

Son Derece Yüksek Maliyetli Olarak Gerçekleştirilen Kamu Yatırımları: Özellikle KÖİ (Kamu Özel Sektör İş Birliği) anlayışıyla yürütülmekte olan kamu yatırımlarının maliyetleri anormal rakamlara ulaşmakta ve imzalanmış sözleşmeler çerçevesinde bu maliyetler çok uzun yıllara yayılmaktadır.  Bu anlayışla, ilerideki yılların bütçelerine ve hatta iktidar dönemlerini aşan yılların bütçelerine ağır yükler getirilmektedir. Devlet ihalelerinin rekabetçi bir şekilde yapılmıyor olması ve sözleşmelerdeki döviz cinsinden ödemeler bütçe disiplinini, fizibiliteleri, hesaplanan maliyetleri alt üst etmekte ve devlet bütçesine emsalsiz yükler getirmektedir. Bir ülkede elbette kamusal yatırımlar yapılmalıdır. Bununla birlikte, eğer bir yatırım devletçe yapılmasına durumuna kıyasla 2-3-5-10 kat daha fazlasına mal ediliyorsa bu işte kesinlikle bir yanlışlık vardır. Sadece siyasi kaygılarla, bütçe imkânı olmadığı halde gelecek yılların bütçelerine anormal yükler yüklemek ve kısa vadede bu tür yatırımları oy avcılığı için kullanmak kamu kaynaklarının etkin kullanılmadığı sonucuna ulaşmamıza yol açıyor.

Kamu Yatırımlarına İlişkin Sözleşmelerin "Döviz" Cinsinden Yükümlülük İçermesi: Döviz kurlarındaki artış, bu tür sözleşmelerde kamunun finansman ihtiyacını ve projenin maliyetini tekrar ve kontrolsüz bir şekilde artırmaktadır.

Suriyeli Göçmenlerin Uzun Dönemli Finansmanı: Bu hususa yönelik kamu harcamaları da jeopolitik dış politikanın başarı/başarısızlığın fonksiyonu olarak ortaya çıkmış, etkisi uzun dönemli olmuş ve kamu finansman ihtiyacını artıran önemli bir unsur haline gelmiştir.

Pandemiden Zarar Gören Kesimlerin Desteklenmesi: Bu tür kamu harcamaları bugünkü durumda kaçınılamaz ve yapılması gereken harcamalar olarak ortaya çıkmıştır.

Yukarıda sayılan kamu harcamaları/yatırımlarının hepsi, son yıllarda Kamu Sektörü Borçlanma Gereksinimini (KSBG) oldukça yüksek boyutlarda artırmış olup, hala artırmaya da devam etmektedir. Oysa, görülebileceği üzere, bazı kamu harcamaları/yatırımları aslında iptal edilebilir, ertelenebilir niteliktedir. Bu bağlamda, kamu harcamalarının/yatırımlarının politik yönü, rasyonel yönünün çok çok önünde gitmektedir.

Belirtilen nitelikteki kamu harcamaları sonucunda ülke genelinde ciddi gelir transferleri söz konusu olmakta ve toplam talep de kamu harcamalarındaki bu artıştan nasibini almakta ve yükselmektedir.

KSBG’nin hızla düşürülmesi ve politik kaygılarla kamu yatırımlarında irrasyonel ve aşırı yüksek maliyetlere dayanan artışlar gerçekleşmesinden kaçınılması gerekmektedir. Bu çerçevede tasarruf edilebilecek çok sayıda kamu yatırımı/projesi bulunmaktadır

b) KSBG’deki artış sonucunda devletin iç ve dış borçlanması artmaktadır. Özellikle iç borçlanmanın artması, faizin düşürülmesinin ve devlet bütçesindeki borçlanma maliyetinden kaynaklanan yükün azaltılmasının önündeki en önemli engellerden biridir. Dış borçlanmanın artması ise kur artısı çerçevesinde  borçlanma giderlerinin yükselmesine yol açmakta ve artan borçlanma maliyetleri kamu finansmanı açısından ilave yükler oluşturmaktadır.

Devletin iç ve dış borçlanmayla (kamu yatırımlarına yönelik olarak verilen garantilere dayanmak suretiyle müteahhit firmalar tarafından sağlanan kaynaklar da dahil) elde ettiği fonların kamu yatırım/harcamalarının finansmanında kullanımı sonucunda  ülke genelinde toplam talepte artış gerçekleşmesi kaçınılmaz bir durumdur. Piyasada artan mal ve hizmet talebi sonucunda ülke genelinde üretim yapan firmaların maliyetleri yükselmekte, hatta talebin mevcut kurulu kapasitelerle karşılanamadığı durumlarda ilave üretim kapasiteleri oluşturulması gerekmektedir. Bu çerçevede üretimlerini  finanse etmek isteyen şirketler ülke genelinde kaynak temin etmeye, yani kredi bulmaya çalışmaktadır. Diğer bir idafeyle, ekonomi genelinde yabancı kaynak (kredi) talebinde artış söz konusu olmaktadır. Bu talep bankalara yönlendikçe, bankalardaki mevcut kaynaklar (mevduatlar)  kredileri finanse etmekte yetersiz kalmakta ve bankalar da bu yetersizliği aşmak için yurtdışı kaynaklı krediler bulmaya çalışmaktadır. Tüm bu gelişmeler yurt içindeki kredi faizlerini artış sürecine sokmaktadır. Devlet borçlanmasının toplam talep üzerinden faiz oranını etkilemesi (artırması) bu şekilde gerçekleşmektedir.

c) Kamu yatırımlarının/harcamalarının finanse edilmesinde devletin iç ve dış borçlanması da yetersiz kalmakta ve toplam borçlanmayı aşan ölçüdeki kamu finansman ihtiyacı ise para arzında artış yapılarak (TCMB üzerinden  gerekli enstrümanları kullanmak suretiyle piyasaya para sürülmesi suretiyle) karşılanmaktadır. Bu artış sonucunda toplam talep bir kez daha artmakta ve bunun sonucunda enflasyon yükselmektedir. Para arzındaki artışın ilk hissedilir etkisi ulusal paramız üzerinde gerçekleşmekte, bu çerçevede TL, yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye (yani döviz kurları artmaya) başlamaktadır. Döviz kurları yükselince yurt içi yerleşiklerin (şahıslar, şirketler) döviz talebi atağa geçmektedir. Dövize olan talebi düşürebilmek için ve TL’ye olan talebi artırabilmek adına piyasa genelinde faiz oranının yükseltilmesi gerekmektedir.

Sonuç/Özet

Kamu harcamalarının zamanlamasındaki, planlamasındaki ve gerçekleştirilmesindeki hatalar, kamu sektörü borçlanma gereksinimini (KSBG) önemli ölçüde artırmakta, artan borçlanma ihtiyacı çerçevesinde sağlanan kaynaklar toplam talepte birincil yükselmeyi sağlamaktadır. Borçlanma suretiyle elde edilen kaynaklar kamu harcamalarını/yatırımlarını finanse etmekte yetersiz kalınca, ihtiyaç duyulan kamu finansman gereksinimi için bu defa para arzı artırılmakta (TCMB’nin para basması söz konusu olmakta), artan para arzı toplam talepte ikincil bir artışa yol açmakta ve fiyatlar genel seviyesi olan enflasyon bu şekilde yükselmektedir. Görüleceği üzere, enflasyonun temel nedeni faiz değil, FİZİBİLİTESİ, MALİYETLENDİRMESİ, ÖNCELİKLENDİRİLMESİ VE ZAMANLAMASI YERİNDE YAPILMAMIŞ HESAPSIZ kamu harcamaları/yatırımlarıdır. Faiz, nihai durumda bu mekanizmanın iyi yönünü oluşturmakta olup, toplam talep üzerinde dizginleyici bir etki göstermek suretiyle enflasyonun daha da artmasını engellemektedir. 

Ne dersiniz? Hala enflasyonun nedeni faizin yükseliyor olması mıdır?

Alternatif bir yaklaşımla, enflasyonun en temel nedeni belki de "ekonomi" olgusunun henüz ne olduğunun yeterince anlaşılamamış olması olabilir mi? 

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor