Vergi, Maliye, Ekonomi, Sosyal Güvenlik, Ticaret Hukuku Hakkındaki Herşey

Kültür ve Sanat

Furkan Musa DOĞAN
Furkan Musa DOĞAN
1224OKUNMA

Acının Omuzlanışı

İ. Bahtiyar İstekli Anısına..

I.

Yüksek bir ses yükseldi. “Evet baylar! Savaş bitti. Siz kaybettiniz.

Farkında mısınız?

Cadde de yürürken bile birbirinizin yüzüne bile bakamıyorsunuz çünkü gerçek yüzünüzün ne kadar da kirli olduğunu biliyorsunuz.

Öğrenmek yerine hemen bilmek istiyorsunuz.

Taşıdığınız maskelerden dolayı git gide yükünüz ağırlaşıyor.

Beni mazur görün; dilimin kemiği var. Evet baylar!! Benim savaşım bitmedi! Nöbet yerime dönmem gerekiyor…”  Elindeki kağıdı masanın üstüne bıraktı.

Şehrin en kalabalık caddesinde gecenin bir saatinde sadece onun ışığı titreyerek yanıyordu.. Odanın içerisinde mezarlıklardaki sessizlik vardı. Masasının üstünde bulunan kristal bir vazonun içerisinde erguvan, hanımeli, beyaz güllerin yanı sıra kitapları duyuyordu. Odanın içerisinde dikkat dağıtmayacak şekilde melodiler yankılanıyordu.  

Mahir, yaman bir delikanlıydı. Ailesini küçük bir yaşta kaybedince yurda yerleşmiş;  yaşı kemale erince de yetiştirme yurdu bunu doğal olarak dışarıya koymuştu. Birçok işe girip çıktıktan sonra para biriktirip üniversite imtihanlarına girmeye karar vermişti. Üniversiteye gitmeyi çok hayal ediyordu ve istediği de oldu. O sene girdiği imtihanda iyi bir çaba sarf etmiş; İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne girmeye hak kazanmıştı. Eee… Ne yaparsın… Burası gariplerin yurdu dünya… Mahir, bir yandan derslere giriyor bir yandan da harçlığını ve öğrenci evinin masrafını çıkartmak için her türlü işte çalışıyordu.

Bu bizim oğlan okumayı, gezmeyi, fotoğraf makinesiyle tarihi yerlerin fotoğrafını çekmeyi seven birisiydi. Felsefeye yatkınlığı- edebiyat ile ilişkisi muntazamdı. Bir gün kitap almak için Üsküdar’a doğru yol tutmuştu.  Öylesine gezinirken Bahtiyar Sahaf dikkatini çekmişti. Hemen merak edip içeriye atladı.

“Pardon! Merhaba, efendim. Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar kitabı var mı?”

Burası Bahtiyar Efendi’nin dükkanıydı. 'Dükkanın içerisi fevkalade düzgün ve göz yormayan bir havaya sahipti. Duvarın bir tarafı dergilerle diğer tarafı baskısı nadir kitaplardan oluşuyordu.  Bahtiyar Efendi, eski Osmanlıca kitaplara çok hakimdi. Piyasada ne kadar kitap varsa değerinin ne kadar olacağını bilirdi. Tam anlamıyla İstanbul Beyefendi’siydi. Her sabah dükkanını besmele ile saatinde açardı. Eee.. Ne yaparsın işini seven örnek, işini sevmeyen nankör olur.

“Merhaba, evladım. Elimizde mevcut. Şöyle oturun lütfen.”

Bahtiyar Efendi, elindeki Servet-i Fünun dergilerini raflara yerleştirdikten sonra Mahir’in istediği kitabı vermek için arka taraftaki masaya doğru yöneldi. Kitabı bizim yaman delikanlı Mahir’e verdi.  Mahir, kitabı eline aldıktan sonra kitabı önce bir koklayıp içine çekti. Bu hareketi Bahtiyar Efendi’nin dikkatinden kaçmadı.

Mahir, iki elinin arasına kitabı alıp: “Kitap temizliğini korumuş ve nadir baskılardan, çok mutlu ettiniz. Fiyatı acaba ne kadar?”

Bahtiyar Efendi: “Elimde bir adet kaldı. Sana yüz lira olsun.”

Mahir’in hemen yüzü düşmüştü. Çünkü evin kirası, faturalar falan derken eline elli lira kalıyordu.

Mahir, elindeki kitabı masaya bırakıp sanki teşekkür eder gibi kalktıktan sonra kapıya doğru yönelmişti. Bu yaman delikanlının üzüldüğünü gören Bahtiyar Efendi dayanamayıp peşine doğru gidiverdi.

“Hele ne bu acele ne evlat! Otur bakalım şuraya.”

Bahtiyar Efendi, iskemleleri birini kendine diğerini Mahir’e çektikten sonra telsizden iki adet çay söyledi.

“Evlat, ismini bağışlar mısın?”

“İsmim Mahir, efendim.”

Çaycı Rüstem’in gelişi sokağın başından duyulmuştu. Bir kere şovmen adamdı. Tepsiyi hünerli bir şekilde çevire çevire getiriyordu. Çaycı Rüstem masaya çayları bıraktıktan sonra Bahtiyar Efendi cebinden iki tane pulu çay tepsisine atıverdi. Çay kaşığı sesleri, kedi miyavlamaları, kuşların cıvıltıları arasında çaylarını içmeye başlamışlardı.

“Mahir oğlum,  kitabı beğendiysen sana bunu hediye edeyim olur mu?”

Mahir, biraz utangaç biraz da mahcup bir ifadeyle  “Efendim, teşekkür ederim ama kabul edemem.” Ne yaparsın

biz mahcup  ve onurlu çocuklarız.

Başımızı kaldırıp bir bakmayız.

“Mahir oğlum, sana bunu paran yetişmediğinden vermiyorum ki gönül mimar etmek, insan kazanmak için hediye vermek istiyorum.”

Mahir bu sözlerden sonra gönlü yatışmıştı. Kitabı Bahtiyar Efendi’nin elinden alıp çantasının içerisine yerleştirdi. Bahtiyar Efendi, Mahirle uzun uzadıya konuştu. Bahtiyar Efendi, Mahir’e burada çalışmasını teklif etmişti. Artık Bahtiyar Efendi yaşlanmış bazı işleri göremez olmuştu. Bizim Mahir hiç düşünür mü hemen teklifi kabul etmişti. Artık her sabah kalkıp öğlene kadar dükkanın temizliği, düzeni, kitapların yerleştirilmesiyle uğraşıyor; öğlen namazı okuduktan sonra okuluna dönüyordu. Okula gittiğinde arkadaşlarına dükkandan bahsediyor arada sırada fiyaka çekiyordu.

Bir sabah Mahir dükkanda kitapların tozuna alırken içeriye biri girmişti. Bu hanımefendi Terzi Şükran’ın kızı Feraye idi. Feraye sarı saçları ve gökyüzü gibi gözleriyle sokağın en güzel kızıydı. Şükran hanımın eşi uzun yıllar önce kızı ve kendisini bırakıp gitmişti. Anne mesleği devam ettirmiş kızı Feraye’yi böyle okutmuştu. Feraye sınıf öğretmenliği bölümü okumuş görevine yeni başlamıştı. Sık sık Bahtiyar Efendi’ye uğrar okumak istedikleri kitapları ondan satın alırdı. Bugün uzun zaman sonra yeni kitaplar almak için dükkana girmişti. Duru ve o güzel sesiyle  “Bahtiyar Efendi, Merhaba ben geldim. Feraye.” Mahir, arka taraftan sakin adımlarla çıktı. Mahir, güzellerin güzelini görünce birazcık utandı ve şöyle dedi. “Merhaba buyurun. Ben Mahir. Bahtiyar Efendi şu an burada değil.”  Feraye, bizim oğlanı karşısında görünce bir an ne yapacağını bilemedi ve masanın yanındaki sandalyeye oturdu.  Mahir saygısından Bahtiyar Efendi’nin masasına oturmazdı o da Feraye’nin hemen karşısındaki yere oturdu. 

“Hangi kitaba bakmıştınız?”

Tehlikeli Oyunlar.”

II.

Öğle ezanı okunmuştu. Bahtiyar Efendi yavaş ve emin adımlarla dükkana doğru ilerliyordu.  Ellerindeki fileleri görünce Mahir hemen yanına gitti ve elinden alıp dükkana yürümeye başladılar. Kısık sesle Bahtiyar Efendi “Yine Bir Gül- Nihal Aldı Gönlümü” bestesini okuyordu. Dükkanın önüne gelmişlerdi. Mahir, iskemleyi Bahtiyar Efendi’nin oturması için verdi. Mahir, telsizden iki çay söyledi. Bahtiyar Efendi “Mahir, çay bir tane olsun. Seni bir yere göndereceğim.”

“Sokağın köşesinde Terzi Şükran hanımda mintanlarım var onları alıp geliver.” Mahir, elindeki fileleri içeriye götürdü ve kasadan biraz para alıp terziye yürümeye başladı. Gömleğinin cebinden sigara paketini çıkardı. Paketin içinden çıkardığı bir dal sigarayı, siper ederek yaktı.. Dükkanın önüne gelince önüne yaktığı sigarayı dışardaki küllüğe koyup içeriye girdi.

“Merhaba Şükran Hanım nasılsınız? Bahtiyar Efendi’nin giysileri varmış. Onları almaya geldim.”

“Merhaba oğlum, gel şöyle otur. Çay içer misin?”

“İçerim. Size zahmet olmasın.”

Şükran hanım, dikiş makinesinden kalkıp içeriye gitmişti.  O sırada dükkanın kapısından Feraye girmişti. Büyük bir ihtimalle dersi bitmiş, annesine yardıma gelmişti. Dükkanın içerisine girer girmez Mahir’i tanıdı. Biraz utangaç bir tavırla üzerindeki paltoyu çıkartıp askılığa astı.

“Hoş geldiniz.”

“Hoş buldum.”

Konuşmanın bundan sonrası gelmedi. İçeriden Şükran hanım, Bahtiyar Efendi’nin giysileri Mahir’e vermişti. Mahir, tebessüm ederek oradan ayrılmıştı.

Yavaş ve birazda buruk bir şekilde adım atarak dükkana doğru gitmeye başladı. Mahir tam karşıya geçerken arkadan bir ses yükseldi.

“Pardon. Bakar mısınız?”

Bu Feraye’nin sesiydi. Mahir tam yolun ortasında arkasına döndü. O sırada yokuştan hızla bir tüp arabası geliyordu. Mahir ne yapacağını bilemedi ve tüp arabası Mahir’e çarpmıştı. Gürültüyü duyan herkes Mahir’in başına gelmişti. Dükkanlardan çıkan birisi hemen cankurtaran çağırmıştı. Feraye yerde yatan Mahir’in yanına geldi. Hemen nefes almasını sağlaması için üzerindeki ceketi çıkardı. Ceketin iç cebinde Tehlikeli Oyunlar kitabı kanlar içindeydi. Feraye ağlamaklı bir ses tonuyla Mahir’in kulağına “oysa kitaplardan söz ederken sesin ne kadar farklıydı.”

III.

Mahir, yoğun bakımdan kısa sürede çıktı. Taburcuya ayrılırken bir tarafında Feraye diğer tarafında Bahtiyar Efendi vardı. Bahtiyar Efendi’nin otomobiline binip dükkana doğru yol almışlardı.

Dükkanın kapısını besmele ile açtı. Tam karşıya yeni bir tablo asılmıştı. Mahir’in dikkatini çeken bu tabloda

Ma-bera-yı vasl kerden amedim    Biz bölmeye, parçalamaya gelmedik.

Ne bera-yı fasl kerden amedim      Biz ayrılanları buluşturmaya, uzak düşenleri kavuşturmaya geldik

yazıyordu.

Feraye, Mahir’in elinden tutarak oturmasına yardım etti. Mahir’in belinden altı artık tutmuyordu. Mahir’e felç olduğunu söylemek yerine kısa sürede iyileşeceğini ve spor gibi aktivitelerle eski sağlığına kavuşacağını açıklamışlardı ama Mahir her şeyin farkındaydı. Bahtiyar Efendi bu iki genci yalnız bırakmak için dükkandan ayrılmıştı. Feraye, Mahir’in tuvalet ihtiyacının geldiğini fark etti. Hemen omzuna alıp tuvalete götürdü. Ellerini yıkayıp Mahir’i daha rahat bir yere oturmasına yardımcı oldu. Hepimiz bir gün acımızı omuzlarız. Bugün de Feraye’nin omuzlanışıydı. Feraye, elinde Mahir’in kaza günü yanında olduğu ve vermek istediği Tehlike Oyunlar kitabıyla ona sarıldı. Feraye, ağlayarak “Sen yoğun bakımda yatarken her gün bu camın arkasında senden istediğim kitabı okudum. Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü öldükten sonra beni kimse okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum.”

Yorumlarınızı Bize Yazınız

Soru Sor